31 Ağustos 2013 Cumartesi

Florya Turu

Söz verdiğim Istanbul'u gezme planıma Florya turu ile başladım.Sevgili arsız böcük de bana bu gezide eşlik etti.
Güne Ataşehiri arkama alıp, Halkalıya gidip, Arsız Böcük'ü evinden almakla başladım. Yani her zamanki gibi kaybolarak... Her ne kadar IPhone'nun harita uygulaması az cok işe yarasa da bazen bulundugun yeri kaybediyor ve döt gibi ortada kalıveriyorsun. En kısa zamanda bir Tomtom alacağım.



Kitabın dört sayfası Florya ve Yeşilköy'e ayrılmış. Biz Floryadaki Deniz Köşkünden gezimize başladık. Hani Atatürk'ün mayolu, denize girerken, sandala binerken cekilmiş fotoğrafları vardır ya... işte onların çekildiği mekan burası. Ben normal bir müze bekliyordum ama ciddi bir polis koruması görünce şaşırdım. Meğer o bölge meclise devredilmiş. Sadece Köşkü gezebiliyorsunuz ve içeride fotoğraf çekemiyorsunuz.




Bizi karşılayan amca önce epey şaşırdı. Genelde Türkler pek bilmez ve gelmezmiş buraya. Özellikle burası için geldiğimizi duyunca çok sevindi. Şanslı olduğumuzu söyledi, çünkü eskiden burada rehberlik yaparmış. Büyük bir zevkle bize köşkü gezdirdi ve hemen hemen her bir eşya ve fotoğrafa ilişkin tarihi bilgilerini paylaştı. Anlattıklarını buradan aktarmayacağım...üşenmeyin, gidin ve kendiniz yerinde öğrenin.İki kişi için sadece 5 TL ödedik, şaka gibi.
Buradan sonra Florya AVM'ye gidip içindeki dünyanın en büyük tematik akvaryumuna girdik. Girişteki hediyelik eşya dükkanını gezmek bile yaklaşık 1 saatinizi alabilir. Hele bir de yanınızda çocuk falan varsa yandınız. Oranın büyüsünden kendimizi kurtararak hemen biletlerimizi aldık ve gezmeye başladık. Aslında bir sürü fotoğraf çektim ama aşağıda bunlardan sadece bir kaçını paylaşacağım.








  


Dikkat edeceğiniz üzere fotoğraflar net değil. Çünkü bu şerefsiz balıklar kımıl kımıl sürekli hareket ediyor. Poz vermek diye bir şeyden anladıkları da yok. Aslında D80'imi de götürmüştüm ama tahmin ettiğim gibi tek sorun ayarlarında değilmiş. Arsız Böcüküm de kontrol etti ve makinede bir sorun olduğunu teyit etti. Özel bir zevkiniz varsa fotoğraf çekin tabii ama şahsi fikrim , eğer akvaryuma gidecekseniz sadece olduğunuz ortamın keyfini çıkarmaya çalışın. Hadi çektiniz diyelim, en azından tanımadığınız birine telefonunuzu tutuşturup "bizi çekermisiniiiizzz" demeyin, üstüne bir de arkadan balık geçmesini beklemesi için ısrarcı olmayın. Maazallah bir deliye denk gelirsiniz... neyse... Benim en çok hoşuma giden kısmı, Robert's Cafe'nin yan tarafında kalan köpek balıklarının falan da olduğu büyük alandı. Normalde suyun altında olmaktan deli gibi korkarım. Çok heveslensem bile bugüne kadar dalış yapmayı hiç denemedim. Ama orada sanki suyun dibinde gibisiniz. Son derece huzurlu...köpek balıkları dibinizden geçiyor ve siz güvendesiniz. Tabii bir süre sonra balıkların hayatının ne kadar sıkıcı olduğunu sorgulamaya başlayabilirsiniz. Gün boyunca bir o yana bir bu yana amaçsızca dolaşıyorlar. Sanırım bu yüzden 3 saniyelik hafızaları var.
Akvaryumda bir çok bölüm kapalı ve dış bükey kalın camlı bölümlerden oluşuyor. Ama bazı yerlerde de havuzlar vardı. İşin komik tarafı havuz kenarlarına "Lütfen elinizi sokmayın" şeklinde uyarı yazmışlar. Bu uyarının bir işe yaramayacagini tahmin etmiş olacaklar ki, Piranaların oldugu havuzun camı diğerlerinden farklı olarak yaklaşık 2 -2.5 metre yuksekliğindeydi :)

Akvaryum turumuzdan sonra AVM'ye geri döndük ve Midpoint'te bir şeyler atıştırmaya karar verdik.Sanırım en güzel manzarası olan Midpoint burada. Tek eksiği yüksek sesli müzik çalınıyor olması. Orada oturduğumuzda bundan sonrasında ne yapacağımızı planlamaya başladık. Aşağıda ginger'a binmiş gençleri gördük. Arsız böcük daha öncede bunların kiralanarak sahil boyunca kullanıldığını duymuş. Garsona sorduğumuzda hemen Midpointin aşağısından kiralanabildiğini söyledi. Bir sonraki hedefimiz Florya sosyal tesisi olacaktı. Yürüyerek veya ginger ile gitmeyi düşündük ama çok yorulmuştuk ve hava çok sıcaktı. Paşa paşa arabayla gitmeye karar verdik. Ama sizin firsatınız olursa gingerla bir tur atmayı deneyin derim.
Sonraki durağımız olan Florya tesislerinde ilk dikkati çeken, 5-10 dakikada bir iniş yapmak üzere tepenizden geçen uçaklar oluyor. Çok ilginç bir deneyimdi :) . İşte o anda fotoğraf makinemin eksikliğini ciddi hissettim. Sonraki dikkat çekici şey ise, parkın her bir tarafına serpiştirilmiş gelin ve damatlardı...Evet... Fotoğraf çekimi için veya çay içmeye (!!!) gelmiş yeni evli çiftlerin civardaki ilk durak yeri burası sanıyorum. Aslında yeşili bol, denize sıfır, gezip dolaşmak için keyifli bir mekan.
Kitapta bahsedilen Refleksoloji parkını aramaya başladık.



Kitaba göre Refleksoloji parkı, yarı değerli taşlarla döşenmiş bir mekandan oluşuyordu ve çıplak ayakla dolaşıldığında masaj etkisi yaparak ayakların dinlenmesini sağlıyordu.  Parkı bulduğumuzda açıkçası biraz hayal kırıklığına uğradım. Beklediğimden çok daha küçük bir alandı. Yarı değerli taşların çoğu yerinden sökülmüştü. Biraz burada oturup dinlendikten sonra biraz yukarıdaki çay bahçesine çıktık.


O kadar yorgunluğun üzerine burada içtiğimiz çay acayip iyi geldi. Tam da gün batımı zamanı olduğundan manzara müthişti.
Olma büyüme İstanbul'lu olmama rağmen bu benim Florya'ya ilk gidişim oldu.Uzak olmasına rağmen sanırım ilk fırsatta tekrar gideceğim :).

12 Ağustos 2013 Pazartesi

Yeni Hedef

Bayram tatilinde her zamanki gibi evdeydim. Digitürk sağolsun, National Geographic ve film kanalları sayesinde günün en sıcak saatlerini klimali evimde keyifle geçirdim. İçlerinde en sevdiğim Nat Geo Adv. kanalı. Adamlar her yeri geziyor, tam hayalimdeki gibi. Nasıl heveslendiğimi anlatamam.Belki şu sıralar yurtdışı için imkanım olmaz ama yaşadığım şehri keşfetmek aynı heyecanı verebilir :) . 
Geçen gün D&R'da gezerken Saffet Emre Tonguç 'un "İstanbul hakkında her şey" isimli kitabını buldum ve hemen aldım.


Kitabın içinde yaklaşık 2000 farklı mekandan bahsediliyor. Çılgınca bir karar aldım ve bu kitapta bahsedilen her yeri gidip görmeye karar verdim :).İlk iş olarak dünyanın parasını verip bir kenara attığım Nikon D80'nimi tekrar gün yüzüne çıkarıp bir elden geçirmem gerekiyor. Gezdiğim her mekanın tarihi özelliklerini önceden iyice araştıracağım. Sonra gidip gezdiğim yerler hakkındaki izlenimlerimi ve çektiğim fotoğrafları blog'umda paylaşacağım. Eh, hedef verince ne yapıyoruz? Ona bir dead line veriyoruz... Kitaptaki her yeri gezip tamamlamak için de kendime tam 1 yıl süre vereceğim... Nasıll ama ?!!! :)))

Bu fikir tanıdık geldi öyle değil mi? Evet, bu fikri Julie&Julia filminden kopya çektim. Julie&Julia Sevdiğim filmlerden biridir. Bu bayram tatilinde Digitürk'te yine verdiler. Tam da böyle gezilere katılmakla ilgili hayaller kurarken bu filmin tekrar karşıma çıkması sanki Tarı'nın bir mesajıymış gibi geldi :). Filmde Julia isimli hayatından memnun olmayan genç bir bayan, Julie'nin zamanında yazmış olduğu yemek kitabındaki tarifleri 365 gün içinde yapıp yemek blogunda yazmayı hedefliyor ve bunu başarıyor.
Ah tabi bu yeni hedefimin heyecanı ile mevcut hedeflerimi bir kenara atacağımı düşünmeyin.Örneğin PMP sınavına çalışmaya devam edeceğim. Yapmam gereken en önemli şey, hayatımda bir denge kurabilmek ...


11 Ağustos 2013 Pazar

Değişim

Sevgili koçumcuğum ilk seansimizda, bana değişimin başladığını ve her baktığımda değişmekte olduğumu hatırlatacak bir obje bulmamı istemişti. Önceleri bir türlü nasıl bir şey olması gerektiğine karar veremedim. Belki bir şarkı olabilir diye düşündüm. Nat King Cole 'den "Smile" olabilirdi. Sevdiğim bir şarkıydı ve sözleri benim için güzel şeyler ifade ediyordu.
Smile though your heart is aching
Smile even though its breaking
When there are clouds in the sky, youll get by
If you smile through your fear and sorrow
Smile and maybe tomorrow
Youll see the sun come shining through for you
Light up your face with gladness
Hide every trace of sadness
Although a tear may be ever so near
Thats the time you must keep on trying
Smile, whats the use of crying?
Youll find that life is still worthwhile
If you just smile
Thats the time you must keep on trying
Smile, whats the use of crying?
Youll find that life is still worthwhile
If you just smile
Sonra bu fikirden biraz uzaklaştım. Çünkü her ihtiyacım olduğunda ona ulaşamayabilirdim. Ya da bir süre sonra çok dinlemekten sıradan hale gelebilirdi. O yüzden daha göz önünde bir obje olmalıdı. Belki bir kolye, bir yüzük. Ama bunların da bir anlamı olmalıydı. Sıradan bir takı olmamalıydı.Aynı zamanda güzel ve değerli olmalıydı. Ne olabilir diye araştırırken Goldaşın sitesinde aşağıdaki bu yüzüğü gördüm. Evet şekil şemal güzel ama asıl dikkatimi çeken koleksiyonun adıydı, " Ah- Mine'l Aşk ".Aşkın elinden, aşk yüzünden demek.
Ortaokul yıllarıydı... Çılgın Ruziye ile birlikte evden 10 dk uzaklıktaki bir kırtasiyenin önünde başka iki arkadaş ile sabahın köründe buluşup okula öyle giderdik. Bahar aylarında bizim yaşlarımızda şeker bir çocuk, her sabah aynı saatlerde bisikletiyle kırtasiyenin yanındaki büfeye gelip ekmek falan almaya başladı. Her gün onu görmeyi iple çekmeye başlamıştım. Evden geç çıkacak olursak Çılgın Ruziye ile kavga ederdim. Bir seferinde, sırf o çocuğu bir kaç saniyeliğine de olsa görebilmek için 10 dakikalık yolu deli gibi koşarak gittiğimi hatırlıyorum. Nefes nefese kalmış ve onu arkada bıraktığım için Çılgın Ruziye'den çok fena zılgıtı yemiştim ama olsun, "O"nu görebilmiştim :) .
Bu hikaye, salak bir aşk uğruna saçma sapan şeyler yapabileceğimi hatırlatan ilk hikayelerden biridir. Bugüne kadar hayatımın yönünü değiştiren bir çok şey, aşk yüzünden yaptığım saçmalıklardan kaynaklandı.
Hayatımdaki en büyük değişim, aşık olduğumu sandığım kocamın beni terk etmesi yüzünden depresyona girmemle oldu. Tekrar hayata dönme isteğim, yine birine karşı duyduğum platonik bir aşkla başladı. Bu değişimi gerçeğe dönüştürmek için ilk elle tutulur adımı atmak ve koçluk desteği almak da yine başka bir aşk çılgınlığı sonrasında oldu. Dolayısıyla,  " Ah- Mine'l Aşk " ve bu yazıyı taşıyan herhangi bir obje pekala benim değişim sembolüm olabilirdi :) .
Bugün bu objeye baktığım zaman, aşkın verdiği enerjiyi yanlış yönde harcadığımı görüyorum. Belki şöyle söylemek daha doğru olur; bir şeyleri gerçekten çok istediğimde onu yapabilecek gücüm var, ama o gücü kendim için değil, aşık olduğum biri için ortaya çıkarıyorum. Asıl değiştirmem gereken şey işte bu. Kendim için istemek ve kendim için yapma gücünü bulmak. 


4 Ağustos 2013 Pazar

Olmadı, bi daha...


Maalesef PMP sınavında başarılı olamadım. Son dakika atakları işe yaramadı. Sınav sonrası büyük bir kızgınlık içindeydim, hem kendime hem de yıllık iznimi almama engel olan sebeplere... Ama bir yandan doğru bir düşünce olmadığının da farkındaydım. Ankara sokaklarını arşınlarken kendime telkinlerde bulunup duruyordum. Öyle ya... Oraya gelen bir çok kişi aylarca çalışmıştı. Aralarında, benim çalışmayı tamamlayamadığım kitabı 2 kere hatmetmiş olanlar bile vardı. Ben o yıllık izni almış olsaydım bile belki de yapacağım çalışma yeterli olmayacaktı. Kim ne derse ne desin, bu sınav çalışmadan ve emek vermeden geçilemez. Hele ki gerçek hayatta  proje yönetimini tam anlamı ile tecrübe etmiyorsanız ve bir çok konu sadece teorik bilgi ile sınırlı ise şansınız biraz daha zor demektir. Bu durumda, uzun süre çalışan insanların emeğine saygı duymalı ve  bir kaç haftalık çalışma ile sınavı geçemediğim için şımarıklık yapmamalı ve üzülmemeliydim. Neyse, sonra değer verdiğim bir kaç insanın sözleri ile rahatladım ve haftayı atlattım.
İşte bu konuya dair yeni taahhütüm ; Bundan sonra yapacağım şey, bilgiler soğumadan yeniden çalışmaya başlamak olacak. Henüz PMBOK'in yeni versiyonunu bulamadım.Ayrıca Rita Mulcahy'nin de yeni versiyona göre hazırlanmış kitabı lazım. Onları temin edene kadar aynı kalan bölümlerden çalışmaya devam edeceğim. Ayrıca sınava yeniden girişim de mutlaka bu yıl sonundan önce olacak.