4 Mayıs 2014 Pazar


Facebook hakikaten inanılmaz bir icat. Geçenlerde gelen iki tane arkadaşlık teklifini, kişileri tanımadığım için ilk önce kabul etmedim. Her ikisiyle de liseden ortak arkadaşlarım vardı. Gidip gelip fotoğraflara baktım bir süre ama yok.. tanımıyorum. Nihayet bugün kitaplığımın bir köşesinde lise yıllığımı buldum. İsim ve fotoğrafları eşleştirip kim olduklarını fark edince koca bir yuh çektim. Insan nasıl bu kadar değişebilir. Üstelik bir tanesi bir dönem sıra arkadaşımdı ve o zamanlar oldukça yakındık. Minicik siyah kıvırcık saçlar uzamış, düzleşmiş ve sarışın olmuş. Teklifleri kabul edip biraz profilleri incelediğimde epey keyif aldım. Eski arkadaşların neler yaptığını bilmek, başarılarını, mutluluklarını ve hatta çocuklarını görmek eğlenceli oluyormuş :). Açıkçası geçtiğimiz günlerin tek eğlencesi de buydu...


Son iki hafta boyunca tam bir bahtsız bedevi hayatı yaşadım. Çalıştığım yerde akşamları gün sonu programları çalışıyor. Bizlerde sırayla nöbetçi oluyoruz ve bu uygulamalarda bir sorun yaşanırsa müdahale ediyoruz. Nöbet sırası bendeydi ve her nöbetimde olduğu gibi neredeyse her gün bir sorun çıktı. Son üç gün ise tam bir kabustu. Çarşamba akşamı çıkan sorun yüzünden sabah beş buçuğa kadar çalışmak zorunda kaldım. O nedenle ertesi günüm tam anlamıyla piç oldu. Yetmiyormuş gibi, operatörün bir dalgınlığı yüzünden, tatil günleri çalışmaması gereken uygulama çalışmaya başladı. Off Tanrım! Bu sefer sorun çok büyüktü ve iş yerine gitmem gerekti. Yoldayken arabam, tekerlekte sorun olduğuna dair uyarı vermeye başladı. Pek önemsemedim. Kontağı kapatıp açtığımda düzelir diye düşündüm... yazılımcı mantığı işte :) .


Sabah dört gibi nihayet sorunlar aşıldı ve eve dönme vakti geldi. Herkes dağılırken, sevgili şehir öküzü uzağa park ettiği arabasına kadar götürmemi istedi. Allahtan benimle gelmiş. Araba iki adım gittikten sonra tekerlekten korkunç sesler gelmeye başladı. Beraber en yakındaki benzin istasyonuna gittik. Orada tekerleğe biraz hava bastı. Eve kadar korka korka da olsa dönebildim. Evde aracın kılavuzunu biraz kurcaladığımda lastiklerimin run flat olduğunu ve bir süre patlak hali ile kullanılabileceğini öğrendim. İki saat uyuduktan sonra sabah erkenden tekrar işe gittim ama önce servise uğradım. Yarım saat içinde lastiği tamir ettiler. Çivi girmiş. Bu arada çivi sadece arka tekerleklere batarmış, bunu biliyor muydunuz? Ön tekerlek çiviyi arka tekerleğe fırlatırmış. Neyse..Emin olmak için servisteki adama, patlak hali ile bu tekerleği ne kadar kullanabileceğimi sordum. Çok rahat 100 km gidersiniz dedi. "Aaaa! iyiymiiiş.. Haftasonuna kadar idare edermişim yani, tüh!". Adam suratıma dehşetle bakıp, "Yok hanımefendi o kadar da değil, amaç kesinlikle bu değil" dedi. Ardından bir sürü öğütler sıraladı ve anladığıma ikna olduktan sonra beni yolcu etti.


Dün yine akşama kadar çalıştıktan sonra, güzel güneşli bir cumartesi gününü yine iş yerinde geçirdim. Ee ama artık yeter. Yarın dinlenme zamanı. Ve bilin bakalım yarın ne yapacağım? Gidip kendime bisiklet alıcaaaaam :). Aslında bisiklete binmeyi bilmiyorum. Rollerblade kullanmayı öğrenmekten daha eziyetli olamaz sanırım. Geçen sene paten kaymayı öğreneceğim diye her yerim çürük içinde kalmıştı. Allahtan zamanında hevesim kaçtı da çanağı kırılmaktan kurtardık. Bisiklet ile yaşayabileceğim en büyük sorun, bu çüsseye dayanamayan selenin bir tarafıma kaçması olabilir. Sonucu yaşayıp göreceğim artık. Muhtemelen bir sonraki yayınım, bisiklet maceralarımdan oluşacak. Merak ediyorsanız lütfen takip ediiin :)
Sevgiyle kalın..






27 Nisan 2014 Pazar

Seslenen Kitap


Sizlere son keşfimden bahsetmek istiyorum, seslenen kitap.. Yıllaaaar yıllar önce, henüz okumayı bile bilmeyen küçük bir kızken radyoda arkası yarın serilerini dinlemeye bayılırdım. Başladığı saati hiç kaçırmaz, on - on beş dakika gibi kısacık süresi bittiğinde ertesi gün yayınlanacak bölümü sabırsızlıkla beklerdim. Yakın bir geçmişte, bazı kitapların seslendirildiğini duymuştum. Ancak çoğu, görme engelli vatandaşlar için hazırlanmıştı ve onlara özel verilen bir şifre veya benzeri bir sistemle ulaşılabiliyordu. Sonradan bazı klasiklerin seslendirilerek CD halinde satıldığını duydum ama o dönemin yoğunluğunda nereden bulurum diye aramadım.


Geçenlerde App. Store'da gezinirken seslenen kitap isimli uygulamayı gördüm ve hemen indirdim. Almadan önce kitaplardan küçük örnekler dinleyebiliyorsunuz. Sonunda Can Dündar'ın Lüsyen isimli kitabını aldım. Bir kaç gündür akşamları site içinde yürüyüş yaparken müzik yerine kitabımı dinliyorum :). Kitap genel olarak Can Dündar tarafından seslendirilmiş, bazı bölümlerde de Semih Sergenin büyüleyen sesiyle renkleniyor. Nasıl büyük bir keyif olduğunu sizlere anlatmamın bir yolu var mı bilemiyorum. Hani.. kocaman bir çikolatayı hoyratça tüketirsiniz de, kalan son bir kaç parçayı her an bitecek korkusuyla keyfine vararak yersiniz ya..  Bu tarifi yalnızca benim için gerçekten özel ve mutluluk kaynağı olan anlar için nadiren kullanırım. İşte kitabımı dinlerken hissettiğim öylesine harika bir duygu.

Kitabı, sayfalarını çevire çevire, kağıt kokusunu içime çekerek okumayı her zaman tercih ederim. Ancak buna zaman ayıramıyorsanız sizlerin de sesli kitabı denemenizi tavsiye ederim. Spor yaparken veya korkunç bir trafiğin içindeyken zamanınızı kitap dinleyerek değerlendirebilirsiniz.
Sevgiyle kalın..

15 Nisan 2014 Salı

Uç Uç...



Sabah korkunç bir migren kriziyle uyandım. Nereden çıkmıştı ki bu şimdi? Ahh evet.. Biriken işleri temizlemek için yaptığım uzun mesailer ve beraberinde gelen abuk sabuk yeme düzeni.. Sonuç başka nasıl olabilirdi ki? Son zamanlarda yine iş kolik olmaya başladım. Öyle ki ne spora ne kendim için çalışmaya ne de aktif geziler yapmaya vakit ayırmıyorum. Aklımın bir köşesinde sürekli hala bitirmem gereken işleri nasıl temizleyeceğim var. Kendimi bazen hayattan kopmuş gibi hissediyorum.
İzlediğim bir filmde adam şöyle diyordu; "Eğer bağlandığınız herhangi bir şey varsa, o zaman uçamayan bir kuşsunuzdur ve hiç kimse evcil hayvan dükkanına gidip ''uçamayan bir kuş almak istiyorum'' demez!"


Heyy! Ben uçamayan bir kuş olmak istemiyorum. İşkoliklik, yakın ilişkiler içinde olma ve gevşeme ihtiyaçlarının giderilmediği durumlarda tercih edilirmiş. Teşhisi koyduktan sonra önlem almak konusunda gecikmemek lazım. O nedenle geçen yaz başladığım ve uzun süre ara verdiğim Istanbul gezilerine tekrar başlamaya karar verdim.
Eğer sizler de uçabilen bir kuş olmak istiyorsanız, bir an önce bağlı olduğunuz ve size engeller çıkaran şeyi bulmalısınız. Eminim ki, bu yönde bir adım atmış olmak bile sizi mutlu edecektir.


10 Nisan 2014 Perşembe

Jazz Kafası..


Dün akşam Çılgın Ruziye ile birlikte Zorlu Center PSM'de Kerem Görsev Trio & Allan Harris'in konserine gittim. Tek kelimeyle muhteşemdi. Repertuvarlarında en sevdiğim şarkılar vardı. Allan Harris'i canlı dinlemek çok başkaydı. Çok yumuşak ama azzııcık çatallı bir sesi var. Cana yakın ve esprili tavırlarıyla da epey beğeni topladığını söyleyebilirim.


Konser çıkışı isteyen herkesle fotoğraf çektirdi. Ben eksik kalır mıyım? Milleti yarıp yanına yaklaştım ve bir selfie rica ettim :). Ben güzel bir poz ayarlamaya çalışırken sıra bekleyen bir hatun kendince iyilik yapmak istedi ve telefonu kaşla göz arasında alıp yardımcı oldu. Keşke olmasaydı . Öyle bir açıyla çekmiş ki çok kötü çıkmışım.


Neyse, sonra bir baktım uzaktan Kerem Görsev geliyor. Hemen seslendim, "Kerem Abbiiiiii !" . Çılgın Ruziye birden kolumdan çekiştirdi, "N'aapiyosun sen?!!!" . Ya ne var? Daha iki gün önce twitterdan yazışmışız. Amcam "konsere bekliyoruz" diye tweet atmıştı. Ben de bilet resimlerini gönderip "geliyoruuuuz" demiştim. O da "Harika, görüşmek üzere" diye cevap verdi. "Görüşmek" karşılıklı olan bir aktivitedir. Ben onu gördüm eyvallah ama onun da beni görmesi lazım di mi? ... Yani şimdi böyle söyleyince biraz garip olduğunu kabul ediyorum ama :))...  Allahtan o kalabalıkta adam beni duymadı. Yoksa "buyur kardeş" dese ne cevap verirdim bilmiyorum. Yanına gidip bir selfie de onunla çektim. Amcamın boyu epey uzun olduğu için benim kafamın ancak yarısı çıkmış. Yine de hatıra olarak saklayacağım.


Kerem Görsev'e nedense ayrı bir hayranlık ve saygı duyuyorum. Adam jazz müziği hakkındaki ön yargıları kırmak, yaygınlaştırmak ve sevdirmek için elinden geleni yapıyor. Epey emek verip Karnaval.com'da Joy Jazz'in yayına girmesini sağladı. Her gün iş yerindeki o yoğun ve stresli ortamda bu kanalı dinlemek beni çok rahatlatıyor. Herkese şiddetle tavsiye ederim. O kadar çeşit arasından seveceğiniz ve zevkle dinleyeceğiniz bir tür bulacağınızdan eminim...








8 Nisan 2014 Salı

Hayatı Yeniden Keşfedin


Başlıktan da anlaşılacağı üzere, kişisel gelişim çabalarım son sürat devam ediyor. Son dönemdeki favorim a-han da bu kitap. Şema terapi diye bir şey varmış. Kitapta yer alan testleri yaptığımda en az beş altı tanesinin bende de olduğunu gördüm. Bu şemalarla baş etmeyi öğrendikçe, hayat kalitenizi olumsuz etkileyen unsurları ortadan kaldırabiliyormuşsunuz, yersen...


Bildiğiniz üzere bir süre önce geçmişi bir kenara bırakıp geleceğe odaklanmaya karar vermiştim. Ancak ne yaparsam yapayım, yeni planlarımı uygulamaya geçirmekte sıkıntı çekiyordum. Kitabı okuduktan sonra, kendimi sabote etmemim altındaki nedenin içimde barındırdığım şemalar olabileceğini fark ettim. O yüzden bu konuda bilgi alabileceğim bir uzman araştırmaya başladım ve sonunda bir klinik psikolog buldum.

Şimdiye kadar psikiyatristleri zengin ettim, sıra psikologlara geldi anlaşılan. Arkadaş bir seansına anasının nikahını istedi. Seçim yapmak zorunda kalmayı hiç sevmem. Ama avukat hazretlerine bir servet yatırdıktan sonra harcamalarıma dikkat etmek zorunda kaldım. O nedenle gelecekle ilgili çalışmalara bir süre ara verip şu lanet prangalarımdan kurtulmanın daha iyi olacağını düşündüm ve cumartesi günü ilk randevuma gittim.


Resmi bir karşılama ile başlayan seans, geçmişte yaşadığım tatsız olayları bilmem kaçıncı kez anlattıkça iyice çekilmez bir hal aldı. Bir iki kez espri yapıp havayı değiştirmeye çalıştım ama hatun hiç tepki vermedi. Off..  Benim için samimiyet önemli. Yanında rahat olmadığın biri ile özelini paylaşmak gerçekten çok zor. Yine de şımarıklık yapmadan buna bir süre boyun eğmem gerekecek. Ne demiştik ? Değişim hiç kolay değil.. bazen zorluklara katlanmak lazım :( .

Seans bitiminde hatun bana sakinleşmem gerektiğini söyledi. Meditasyon veya yoga yapabilirmişim. Bu laflar bir yerden tanıdık geliyor amaaaa...Sonunda amuda kalkıp beyin kanaması geçirmek suretiyle Nirvanaya ereceğim.

Psikolog maceralarımı merak edenler! Lütfen beni takip etmeye devam edin. Ayrıca üye olursanız pek bir sevinirim. Öyle bi okudum çıktımcılara sesleniyorum.. Sağ üst köşedeki zımbırtıyı boşuna koymadık.

Sevgiyle kalın :)













28 Mart 2014 Cuma

Asla Vazgeçme


Son bir kaç haftam inanılmaz yoğundu. Tekrar pmp sınavına girmeye karar verdiğim için son 3 hafta sonum sabahtan akşama kadar hazırlık kursunda geçti. Üstüne bir de gecenin bir vaktine kadar iş yetiştirmeye çalışmak cidden çok yıpratıcı oldu. Ne spora gidebildim ne de sınava çalışabildim. Tabii bunlar olurken rejim falan hikaye oldu. Gerginliğin etkisinde tükettiğim abur cuburlar sayesinde yine şiştikçe şiştim.


Farkettim ki, başka şeyler araya girince hedef medef kalmadı. Oysa ne güzel planlarım vardı. Yine aynı tuzağa düştüğüme inanamıyorum. Ama asla vazgeçmeyeceğim. Hele bu hafta fark ettiğim diğer şeylerden sonra...

Haftanın başında öğle arasındayken eski bir arkadaşımı gördüm. Yemek arasını fırsat bilip eşiyle buluşmuş. Buraya kadar her şey normal di mi? Garip olan, onların sevgi dolu ve gülümseyen bakışlarla birbirine sarılmış yürüyor olmalarının bana tuhaf gelmesiydi. Sanki her çiftin sorunları olması gerekirmiş gibi, nasıl böyle mutlu olduklarına anlam veremedim.

Bugün, yıllardır aynı iş yerinde çalıştığım arkadaşıma eşinden güzel bir demet çiçek geldi..yine. Aynı sene evlenmiştik, demek ki neredeyse yedi yıl olmuş. Yedi yıl boyunca her ay o çiçekler geldi. Bu nasıl bir tutku böyle? Bir erkek gerçekten karısını bu kadar sevebilir mi? Bir erkek gerçekten sever mi?

Bu akşam kafam dağılsın diye uzun zaman sonra televizyona biraz bakayım dedim. Zap yaparken romantik komedi türünde bir filme takıldım. Sonra yavaş yavaş boğazımda bir şey düğümlenmeye başladı. Oysa gülmem gerekiyordu.

"N'ooluyoruzz Laaannn !! " dedim kendi kendime. Sonra fark ettim ki ben çok güzel bir duyguyu kaybetmişim. Eee? Şimdi ne bok yiiicez? Tabi ki her şeye sil baştan başlayıp o duyguyu yeniden kazanacağım. Bunun için uğraşmaktan da asla ama asla vazgeçmeyecegim :))




5 Mart 2014 Çarşamba

Amsterdam Macerası - 3


Nerde kalmıştık? Ahh evet, akşamki davete hazırlanmak üzere otele dönmüştük. Saat beş civarı büyük patron Henk bizi almaya geldi. Kendisine Hönk denilmesinden hoşlanmıyor.. detay sormayın :). Evi şehrin yaklaşık yarım saat dışındaydı. Gidene kadar bize çevreyi anlatarak rehberlik yaptı. Vardığımızda evine bayıldım. Yukarıdaki fotoğrafa çok benzeyen, yeşillikler içinde, iki katlı çok hoş bir villaydı. Hoşgeldin seremonisi, eşi Heini ile tanışma faslı ve hediye teslim merasiminden sonra salondaki koltuklara kurulup şampanya içtik. Beraberinde ikram edilen somon fümeli mezeyi resmen yuttum. Balıkla aramın pek iyi olmadığını takip edenler bilir. Hele ki çiğ balık veya fümeyi hiiiç sevmem.


Yemeğe geçtiğimizde bilin bakalım ne vardı? Yine içine füme somon oturtulmuş bir çorba, onu da yuttum. Allah için kadıncağız acayip özenmiş, sunumu çok şıktı. Ardından etler geldi. Evet doğru tahmin, Az pişmiş.. Geri çevirmek çok ayıp olurdu. Aklıma geldikçe fena oluyorum.


Gece boyunca konuşulanları anlamak ve soruları cevaplamak, yemekten daha büyük bir işkenceydi. Her ne kadar Çılgın Ruziye gayet iyi idare ettiğimi söylese de kıçımdan terler aktığı bir gerçek. Gitmeden önce biraz çalışsam veya ders alsam fena olmazmış. Otele döndüğümüzde kendimi çok bitkin hissediyordum. 

Ertesi gün Çılgın Ruziye iş yerine gitti. Gün boyu sürecek bir organizasyonları vardı. Akşam da yemeğe gideceklerdi. Yani tüm gün yalnız olacaktım. Sabah erkenden sekiz saatlik bir tura katıldım. Tur otobüsüne ilk binenlerdendim. Bir baktım üst katın en önündeki dört koltuğu Italyan bir amca gasp etmiş, hiç kimseyi oturtmuyor. Akşamki ingilizce sohbetlerden aldığım cesaretle yanına gidip hesap sordum. "Hacı hacıı! sen ne ayaksın?".. demedim. Onun yerine koltukları tur çalışanları için mi yoksa ailesi için mi tuttuğunu sordum. Biraz önce burada olduklarını ama tuvalete gittiklerini, birazdan geleceklerini söyledi. Ben de sıranın başında olduğumu, yanında kimseyi görmediğimi, bu şekilde yer tutmasının yanlış olduğunu söyledim. Yakın zamanda gelen kimseyi görmezsem gelip oraya oturucam diyerek yerime geçtim. Adam acayip sinir oldu ama çok da fifi. Ben ingilizce fırça kaymışım, gerisi fasa fiso :). 


Yola çıktık, önce yel değirmenlerini gezmeye gittik. Manzara muhteşemdi. Bir tanesinin içine girip gezdik. Sonra da hediyelik eşya dükkanından alış veriş yapıp tekrar yola koyulduk.


Bir sonraki durağımız Volendam'dı. Bir peynir fabrikasına girip keyifli bir sunum izledikten sonra yine alış veriş yaptık. Orası aynı zamanda ünlü bir balıkçı köyüymüş. Öğle yemeği için bir balık lokantası ayarlamışlar. Belli bir saatte orada buluşmak üzere anlaştık. Akşamki vukuattan sonra tekrar balık yemeğe hiç niyetim yoktu. Daha güzel bir restaurant bulup keyifli bir yemek yedim. 

Sonraki durağımız Marken diye bir yerdi. Sadece köyün içinde çok kısa bir yürüyüş yapılacağı söylendi. O kadar yorulmuştum ki , sırf yürüyüş yapmak için canım otobüsten inmek istemedi. Yine de beş dakikalığına da olsa bir iki fotoğraf çekip geri döneyim diye düşündüm. Mesafe kısa olduğu için üstüme montumu almamıştım. Biraz ilerleyince tahta ayakkabı imal edilen küçük bir kulübe olduğunu gördüm ve içeri daldım. 


Turdakilerin yarısı yürüyüşe devam etti, diğer yarısı da benim gibi içeriyi gezmeye başladı. Fotoğraf işi bitince otobüse geri döndüm ama o da ne? Kapı kapalı ve içeride hiç kimse yok. Şoför ha geldi ha gelecek derken abartısız on beş dakika geçti. Acayip üşümüştüm. Kısa dedikleri yürüyüşten de hala dönen olmamıştı. Beklemekten sıkıldım ve kızgınlıkla ayakkabıcı kulübesine geri döndüm. Şoför alık alık ortalarda dolanıyordu. Yanına gidip otobüse binmek istediğimi söyledim. Bana "otobüs kilitli" dedi. Yapma yaaa!!! O anda bunu ingilizce nasıl ifade edeceğimi bilemediğim için, farklı anlaşılmaya mahal vermeyecek şekilde yüz mimiklerimi kullandım. Adam affallamış bir halde tur rehberini buldu ve beni gösterdi. Aynı şeyi ona da dedikten sonra kadın şoföre bir şeyler söyledi . Onayı alan şoförle otobüse doğru yöneldik. Giderken benden özür dileyip durdu. Tur rehberinden onay almadan bir şeyler yapmasının yasak olduğunu falan söyledi. 


Sonunda herkes tekrar toparlandı ve dönüş yoluna koyulduk. Yola çıkmadan önce şoföre şehir gezisine de katılacağımı ve zaman kalmadığını söylemiştim. Endişelenme dedi, çünkü o tur da bu otobüsle yapılacakmış. Hem de aynı şoför olacakmış. Bende hemen ışık yandı tabii. Geri döndüğümüzde otobüsten hiç inmeden, Italyan ailenin boşalttığı en öndeki koltuklardan birine geçip yayıldım. İki saatten fazla da şehirde panaromik bir tur yaptık. Müzeler bölgesinde mola verip elmas müzesini gezdirdiler. Sonra ilk noktaya geri dönüp turu bitirdik.


Inanılmaz derecede yorulmuştum. Her şeyi bir güne sığdırmaya çalışırsan böyle olur. Gerçi gün henüz bitmemişti. Daha Çılgın Ruziye'nin yokluğundan faydalanıp alemlere akacaktım. O yüzden Madam Tussauds'i ertesi sabaha bırakıp dinlenmek üzere otele dönmeye karar verdim. Akşam olunca yakındaki şık bir Italyan restaurantına gittim. Italya'ya gidince de, eğer bulursam, bir Hollanda restaurantina gideceğim .. söz valla. 

Beklenen an gelmişti. Red light district'e doğru yola koyuldum. Hafif bir "kek" yemeyi kafama koymuştum. Ama o mide bulandırıcı korkunç koku ve zombi bakışlı abuk sabuk tipler yüzünden kafelere yaklaşamadım bile. Tek başıma olmasaydım bunları görmezden gelip içeri dalardım muhtemelen ama cesaret edemedim.


Cadde boyunca gezerken Red Light Secrets diye bir müze gördüm. Kapıdaki kız beni yoldan çevirip, buranın yeni bir müze olduğunu ve bölgede çalışan hayat kadınlarının gerçekte nasıl bir yaşam sürdüklerinin aktarıldığını söyledi. Neden olmasın diye düşünüp girdim. 

Üstteki fotoğrafta görülen bu ev daha önce aktif olarak kullanılıyormuş. Gezerken orada çalışmış olan bir kızın odasına girdim. Duvara kızın ağzından hikayesini yazmışlar. Bina içindeki diğer yazılardan da anladım ki, aslında reklamını yaptıkları gibi buradaki kızlar gerçekten eğlence için bu işi yapmıyormuş. Bir çoğu bizde olduğu gibi başka bahanelerle ülkelerinden getiriliyormuş ve daha sonra pasaportlarına el konularak çalışmaya zorlanıyorlarmış. Bir tanesi orada çalıştığı süre boyunca yaklaşık iki bin beş yüz erkekle birlikte olduğunu yazmış. Kıskandım.. aman.. şey yani.. inanamadım. Odalardan birinde bir video oynatıyorlardı. Üst katta iki alt katta üç vitrinde kızlar görülüyor. Birden hareketli çılgın bir müzik başlıyor ve kızlar birbirleri ile uyumlu hareketlerle dans ediyor. Müzik bitince dışarıdan onları izleyen kalabalık ıslık çalıp alkışlıyorlar. Birden binanın üstünde bir yazı çıkıyor. Dansçı olma bahanesi ile oraya getirildikleri ve zorla hayat kadınlığı yapmaya zorlandıkları yazıyor. Sonra da kadınlar alınıp satılmamalı diye mesaj veriliyor. Az önce dans eden kızlar ruhsuz bir şekilde kendilerini sergilemeye devam ederken dışarıda az önce alkışlayan adamlar ne yapacaklarını şaşırmış halde bakakalıyorlar. Etkileyiciydi...

Orada kullanılan bazı aletleri de sergilemişler. Açıkçası şu salıncağa benzeyen şeyin nasıl kullanıldığını anlayamadım. Bilen varsa bana özelden yazsın  lütfen. Bir de gelen insanların unuttukları eşyalar vardı. Bir tanesi damaklı dişini unutmuş. Artık neden çıkardıysa !!!  En komiği de binanın çıkış kapısının yakınında günah çıkarma kabini olmasıydı.


Müzeden çıktığımda içinde tuhaf bir üzüntü vardı. Caddede dolaşmaya devam ettim. Arkadaşlarımın gitmemi önerdiği "tiyatroları" buldum. Yanlış anlamayın, amaç "kültür" arttırmak. Bir çoğunda canlı sex vardı. Kapılarına gidince canım içeri girmek istemedi. Hangi koşullarla orada çalıştıklarını öğrendikten sonra bunun eğlenceli hiç bir yanının olmadığını düşündüm. Bir çok kişi mutlaka git gör demiş olsa da, bir kadının herkesin ortasında o duruma düşürülmesine katkım olamazdı. Şeyyy.. bir de o geceki gösteriye afişteki zenci adam çıkmayacak dediler. Hiç ısrar etmeyin, bunu nasıl sorup öğrendiğimi kesinlikle anlatmayacağım.

Otele dönmeye karar vermiştim. Ara yollardan birine daldım. Zenci bir adam elinde bir poşetle önümdeki iki gencin peşi sıra gidiyordu. Baktım çocuk drug falan diyor.. kulak kabarttım. Gençlerden biri "İstemiyorum adamım, ben temizim" dedi. Sonra zenci adam bana doğru yöneldi. Ödüm çatladı. Bir şeyler diyordu ama anlamıyordum. Uyuşturucu satmaya çalıştığı belliydi. Hayır istemiyorum dedim ama peşimden gelmeye devam etti. Birden döndüm ve yüksek sesle "Kııışşşşt Kışt" dedim. Adam dumur oldu. Sahi o neydi yaaa.. tavuk kovalıyorum sanki mübarek. Neyse, hızlı adımlarla oradan uzaklaştım. Tabii korkudan önüme gelen sokağa daldığım için kayboldum. Sonra kocaman saat kulesini farkedip ona doğru yürüyerek otele dönmeyi başardım.


Ertesi sabah Madam Tussauds'a gidecektim ama kuyruğu görünce vazgeçtim. Onun yerine tam karşısındaki "de Bijenkorf" isimli lüks AVM'yi dolaştım. Dışarıdan binaya bakınca eski ve bakımsız gibi görünüyor ve burada ne olur ki diye düşünüyorsunuz. Ama içerisi çok başka. Bütün ünlü ve lüks markalar burada toplanmış. 


Katlardan biri sırf iç çamaşırlarına ayrılmıştı. Cennete düşmüştüm sanki. Ne yazık ki bir kaç kare fotoğraf çekebildim. Sonra etraftaki çalışanlar pis pis bakmaya başlayınca durmak zorunda kaldım.Yoksa Agent provocateur başta olmak üzere görmenizi istediğim neler neler vardı. En ucuz parçanın 78 Euro olduğunu da söylersem belki zihninizde canlanır.

Öğlen olduğunda otelden eşyalarımızı alıp hava alanının yolunu tuttuk. Böylece Amsterdam maceram da sona ermiş oldu. Umarım okurken çok sıkılmamışsınızdır. Sevgiyle kalın ...


3 Mart 2014 Pazartesi

Amsterdam Macerası -2

Veee Amsterdam anılarıma başlıyorum :)
Aslında yanımda Çılgın Ruziye varken pek bir halt edemedim. O yüzden fazla bir beklentiye girmeyin. Daha önce gitmemiş olanlar için şu kadarını söyleyeyim, eğer yanınızda kafa dengi birisi varsa, Amsterdam'ı tadını çıkara çıkara gezmek için üç gün çok rahat yeter.


Schiphol havaalanına inip de pasaport kontrolüne geçtiğimizde, çook yakışıklı bir polis memuruna denk geldim. Arkadaş bana "Hi" dedi, ben de "Hay haayyy" dedim. Sanırım beni sevimli buldu, pasaportumu geri verirken göz kırptı çünkü :). Belki de tiki vardır, bilemiyorum. Sonradan anladım ki o polisi oraya demo niyetine koymuşlar. Maalesef seyahat boyunca başka yakışıklı göremedim.


Otelimiz Dam meydanında, Madame Tussauds balmumu müzesinin hemen yanındaki Krasnapolsky idi. Her yere ulaşımı çok rahattı. Taksimdeki oteller bölgesi gibi düşünebilirsiniz. Şehir merkezinin dışında daha ucuz ve güzel oteller bulunabiliyor ama eğer tekseniz ve istediginiz saate kadar aklınıza eseni yapmak istiyorsanız bu civarda konaklamanızı öneririm.


Öğleden sonra otele vardığımızda kendimizi çok yorgun hissediyorduk. Biraz dinlendik ve yemek yedik. Akşam vaktini değerlendirmenin en iyi yolunun kanal turu olduğuna karar verdik ve bir saat süren bir geziye katıldık. Şehrin büyük bir kısmını, göz alıcı ışıklar altında hızlıca keşfetmek için iyi bir yol olduğunu düşünüyorum. Daha önceden gezeceğiniz yerleri belirlemediyseniz, kanal turu plan yapmanıza yardımcı olabilir. Gezi boyunca pencereye yapışıp kaldım. Gerçi bunda, karşımızda oturan alman çiftten gelen buram buram tuhaf kokunun da etkisi yok değildi hani...Döndükten sonraki niyetim Red Light District denen bölgeye gitmekti. Ne yazık ki benimkini ikna etmem mümkün olmadı. Geleneksel "tatilin ilk günü" tartışmamızı yapıp erkenden yattık.


Ertesi gün müze gezmeye karar verdik. Çok az vaktimiz vardı çünkü akşama büyük patronun evine yemeğe davetliydik. Adım başı rastlayacağınız Tours&Tickets ofisine gidip hem gideceğimiz müzelerin hem de bir sonraki gün benim katılacağım şehir turunun biletlerini aldık.


Müzeler bölgesine varınca, Amsterdam gezisinin olmazsa olmazı olan "I amsterdam" yazısı önünde fotoğraf çektirdik. Sonra da Rijksmuseum'a gittik. Kocaman, çok güzel eserlerle dolu bir müzeydi. Önceden aldığımız biletler sayesinde o uzuuuun kuyrukları beklemek zorunda kalmadık. Hoşuma giden bazı kareleri aşağıda paylaşıyorum.


Normalde bu müzeyi tüm gün gezseniz ancak bitirirsiniz. Biz yaklaşık üç saatlik hızlı bir tur yaparak tamamlayabildik. Yemek arasından sonra Van Gogh müzesine geçtik.


Maalesef burada fotoğraf çekimine izin verilmiyordu. Sadece yukarıdakini çekebildim. Üç-dört katlı bir binaydı. Van Gogh dışında bir kaç sanatçının daha resimleri sergileniyordu. Bu müzede keşfettiğim şey, "Selfie" akımının yıllar önce Van Gogh tarafından başlatıldığı oldu. Amma narsist adammış. Yaklaşık iki saatimizi de burada geçirdikten sonra akşamki davete hazırlanmak üzere otele döndük.

Şimdilik burada bırakıyorum. Davet boyunca çektiğim eziyeti ve ertesi gün tek başıma yaşadığım maceraları merak ediyor musunuz ? O zaman beni izlemeye devam ediiiin :)






25 Şubat 2014 Salı

Amsterdam Macerası -1


Hellooo my dear followers!!!
Hatırlayacağınız üzere Cumartesi günü Amsterdam'a gitmiştim. Bu akşam döndüm. Özlediniz mi beni bakiiim?  Oradaki maceralarımı heyecanla beklediğinizden eminim. Anlatacak çok şeyim var ama ne yazık ki hafta sonuna kadar sabretmeniz gerekiyor. Şimdi sadece küçük bir "cik" demek ve bazılarınıza çok büyük teessüflerimi iletmek istedim. Amsterdam'da şunu yap bunu yap diye öğütler veren çok sevgili takipçilerim! Taharet musluğu olmadığını niye söylemediniz lannn?!!


Hadi Allahın Kazakistan ve Kırgızistanında yoktu. Gelişmemiş memleket dedik, önemsemedik. Ama koskoca Avrupa ülkesi bu yaaa... Büyük rezalet. Otel neyse de dışardayken aklının bir tarafı hep orda(!) kalıyor. Ya zamansız bir mecburiyet durumu oluşursaaaa?!!
Neyse, bu sayede bir farkındalığım daha oldu. Meğer dünyanın en büyük nimetlerinden biri, insanın dötünü yıkayabilmesiymiş.
Herkese iyi geceler :)


16 Şubat 2014 Pazar

Happy GALentine's Day


Bir Sevgililer Günü daha geçti. Akşam olup da, sevgilileriyle birlikte gittikleri yerden check-in yapan arkadaşların mesajlarını gördükçe içim sızladı. Aahh o yakışıklı harika insanlar.. Benim gibi sevgi dolu, güler yüzlü, komik ama bir o kadar da kendi çapında seksi bir hatun yerine, iki üç ay sonra birer gudubete dönüşecek cadolozlarla birlikle zaman geçirmek zorunda kaldılar.. Yazıııkk ! Onlar adına gerçekten çok üzülüyorum. 14 Şubat'taki onca romantizm girişimlerinin "meyvesini" Mart ayında bol bol yerler umarım!


Her ne kadar 14 Şubat'ta yalnız olsam da dün gayet keyifli vakit geçirdim. Kızlarla bir hafta öncesinden plan yaptık ve 15 Şubat Sevgilisizler günü kutlamaya karar verdik. Sonradan Arsız Böcük'ten öğrendim ki "Galentine's Day" diye bir şey varmış. Sevgilisi olmayan veya olup da o gün satışa getiren hanımlar buluşup felekten bir gün çalıyor. Biz de aynen öyle yaptık. Önce Taksimde bir Ocak başına gittik. Gır gır, şamata, kahkaha içinde güzel bir yemek yedik. Sonra "Metot" isimli bir oyunu izlemeye gittik.


Oyun bir şirketin toplantı odasında geçiyor. İş görüşmesi için aynı anda gelen dört kişi, hiç alışılmadık testlerden geçiriliyor. Bir yandan günümüz iş dünyasında yaşadığımız acımasızlıkları komedi tadında göz önüne sererken, diğer yandan hayatımızdaki değerlerimizle ilgili düşündürmeye yönelten çok güzel bir çalışmaydı. Başından sonuna kadar gülmekten yanaklarıma ağrılar girdi. Vaktiniz olursa mutlaka gidip izleyin.


Tiyatrodan çıkınca, kızlar sıcak bir şeyler içmek istedi. Ben sıcak şarap içeriz diye düşünmüştüm.. Özsüt'e gidip birer çay içtik (!). Orada da biraz muhabbet ettikten sonra dağıldık. Aslında gece biraz daha çılgın devam edebilirdi. Ama her ne kadar bize ayak uydurmaya çalışsa da, sevgili Arsız Böcükümün pek keyfi yoktu.  14 Şubat akşamı kanser nedeniyle yakın bir arkadaşını kaybetmişti ve hiç o modda değildi.
Hayat ne kadar acımasız. Birileri sevgilisiyle çok mutlu bir gün geçirirken bir başkası sevdiğini kaybetmenin acısı ile yanabiliyor. Gece yatarken, Tanrı sabrını eksik etmesin diye , o gencecik insanın karısı için dua ettim.


Eveet sevgili takipçilerim. Bu seneyi de böyle geçirdim. Gelecek yıl için gerçekten umutluyum. Biliyorum, orada bir yerlerde hayatına girmemi bekleyen harika bir insan var. İşte şimdi tüm cesaretimi topluyorum ve o kişiye sesleniyorum.. Çıksana artık ortaya pzvnk!!! Ömrüm seni beklemekle mi geçecek?!!




13 Şubat 2014 Perşembe

Vize Macerası


Başlığa bakıp "vize almanın da macerası mı olur?" demeyin. Söz konusu bensem oluyor işte..
Biliyorsunuz , kısmetse iki hafta sonra Amsterdam'a gidiyorum. İlk defa schengen vizesi alacağım için konsolosluk görüşmeye çağırdı. Bu sabah 09:55'te randevum vardı. Trafiğe takılmadan randevu saatinden önce orada olabilmek için 07:40 civarı Ataşehir'den yola çıktım. Bilmeyenler için; Hollanda Konsolosluğu İstiklal caddesi üzerinde, Tünel'e yakında bir yerde.


Başlangıçta gayet iyi gidiyordum. Çıkmadan önce IBB'nin uygulamasına bakarak ikinci köprüyü tercih etmiş olmaktan gayet memnundum. Ne var ki, köprüyü geçip Levent'e doğru sapınca işler değişti. Daha sapağın başında korkunç bir trafik başladı. Amacım Beşiktaş üzerinden Taksim'e çıkmaktı. Yirmi dakika geçmesine rağmen çok az ilerleyebilmiştim. Baktım olacak gibi değil, Maslak yoluna saptım. Geri zekalı Iphone'nun, ondan daha geri zekalı navigasyon uygulamasını kullanarak, Dolapdere taraflarına doğru gitmeye başladım. O yolun ilerisinde de çok fena bir trafiğe takıldım. Yetmiyormuş gibi kayboldum. Evet! Kayboldum... Navigasyona ettiğim küfürler eşliğinde yolumu bulup da Taksim'e çıkana kadar akla karayı seçtim.


Habertürk binasının otoparkına arabayı bıraktım. Görüşmeye sadece 12 dakikam kalmıştı. Hemen binanın yanında bekleyen bir kaç taksiye el ettim. Adamlar oralı bile olmadı. Tabii ki küfürlerimden nasiplerini aldılar. Bir de duyabilselerdi daha iyi olacaktı ama neyse... Güç bela yoldan geçmekte olan bir taksiye bindim ve 6 dakika içinde Hollanda konsolosluğuna gitmem gerektiğini söyledim. İyi kalpli bir adamcağızdı. Hızlıca kafasında bir güzergah belirledi. "Tamam" dedi, daha on dakikamız var yetişiriz. "Yok" dedim ," altı dakikam var". Yine "Tamam" dedi, "daha on dakikamız var..."


Çaresizlik içinde, yetişemeyeceğimi kabullenerek sustum ve arkama yaslandım. Adam tarlabaşına indikten bir süre sonra garip bir sokağa girip, İstiklal caddesinin Tünel'e doğru giden yoluna çıkıverdi. "Bak gördün mü? İstiklalin bu bölgesine saat 10:00'a kadar araç girmesine izin veriiliyor" dedi. "Şanslısın, seni yetiştirdim. Hayretler içinde kalmıştım. Meğer 10 dakikamız var dediği, izin saatinin dolma süresiymiş. Konsolosluk önüne geldiğimizde para üstünü almadan teşekkür edip indim.


Kapıya vardığımda kalabalık bir insan grubunun beklediğini gördüm. Meger Xray cihazi bozulmuş. Gelenleri içeri almıyorlarmış !!! Şans işte... Epey bekledikten sonra içeri aldılar. Sıram geldiğinde yukarı çıktım. Bir gişenin arkasındaki sakallı amcanın karşısına geçtim. Adımı söyledikten sonra belgelerimi buldu ve görüşme başladı. Bir yandan  yüzüme bakmadan soru soruyor, bir yanda da hiç tepki vermeden bilgisayarda bir şeyler yazıyordu.
- Hımm... Turistlik amaçla gidiyormuşsunuz. "..." firmasında çalışıyorsunuz
- Evet.
- Evli misiniz?
- Evet ... Aslında hayır gibi. Epeydir ayrıyız, yakında boşanıyoruz.
- ?!! ..
- Tabi bu detayı sormuyorsunuz muhtemelen
- Çocuk var mı?
- Yok. Çocuk yapacak kadar beraber kalamadık, hehe..
- ?!!. Sizinle birlikte geliyor mu?
- Hayır! Ne işi var canım, Aaa!!
- E haliyle..Tamam teşekkür ederiz, gidebilirsiniz?
Nasıl yaa! Üç dakika geçmişti sadece. Bu kadar mı yani? Onca koşturma,telaş,eziyet.. bunun için miydi? "Tipik Türk erkeği işte, üç dakika yetti..." diye içimden geçirdim ve sinir içinde olay mahalini terk ettim.


Önce biraz yürüdüm. Galatasaray'a geldiğimde tramvaya binmeye karar verdim. Tam binicem, cüzdanımı çıkardım.. vatman ters ters bakıp "Paran geçmez ablaaa... Akbil, istanbul kart..." diye söylenmeye başladı. Mecburen gerisin geri inip tekrar yürümeye başladım. Ciner binasına geldiğimde pestilim çıkmış gibiydi. Topuklu ayakkabılarla gitmek hiç iyi bir fikir değilmiş.


Bitti sanıyorsunuz değil mi? Hah !... Otoparka geldiğimde hemen ödememi yapıp arabada biraz soluklandım. Sonra yola koyulayım dedim ama nerdeee.. Otoparkın içinde dört dönmeye başladım. O kadar yorgundum ki, çıkışı bulamayacak kadar salaklaşmıştım. Eğer o anda kameradan izleyen bir görevli varsa epey eğlenmiştir herhalde. 


Öğlen olmuştu. İşe gitmeden önce günün yorgunluğunu biraz olsun azaltıp sakinleşmek için kendimi yine boğaza vurdum. Yeniköy'deki muhteşem manzaralı Circle'a gidip güzel bir yemek yedikten sonra keyfim yerine geldi.

İşte böyle.. Vize alırken bunlar oluyorsa orada yaşayacaklarımı şimdiden merak ediyorum. Siz de merak ediyorsanız beni izlemeye devam ediiin ;)