29 Eylül 2013 Pazar

Şundan bundan..


Öncelikle bu haftanın sonuçlarını açıklamak istiyorum. Analiz raporunda görüldüğü üzere 1 haftada yağdan 2.6 kg vermişim. O kadar kaçamağa ve spor yapmama rağmen bu sonuç gerçekten mükemmel. Ozon tedavisinin bu sonuca büyük etkisi olduğunu düşünüyorum. Afferin banaaa... :))

İkinci haberim yine o şerefsiz kediden. Dün sabah yıkattığım bıçkının bu sabahki görüntüsü işte böyle ;


Fotoğraflardan çok anlaşılmıyor ama o pati izlerini bırakmak için özellikle çamur bulup basmış sanki. Lütfen biri bana bir akıl versin, nasıl baş edeceğim bu kediyle ?!!!

Pekiii... Sizce bu köpek ne yapıyor? Öğlenleri yemek yediğimiz alanın müdavimi olan köpeklerden biri bu arkadaş. Karşımıza geçip mışıl mışıl uyuduğu yetmiyormuş gibi bir de böyle hareketler çekiyor... Galiba bize bir şey anlatmak istiyor ama nee???




26 Eylül 2013 Perşembe

Bu haftaki günahlarım..

Bu hafta nasıl geçti hiç anlamadım, cuma geldi bile. Rejim çok kötü gitmiyor ama harfi harfine uyduğumu da söyleyemeyeceğim. Geçen sabah tost almaya gittim. Siparişi verirken  "2 tost" deyiverdim. Kendimi çok ayıpladım ama n'aparsın, söz ağızdan bir kere çıkar, hay Allah..


Sürtmekten vakit bulup spora da gidemedim. Ha bir de çarşamba akşamı Aşksız Böcükün doğum günü kutlaması nedeni ile akşam öğününü biraz kaçırdım. 2 adet börek ve bir dilim pasta yemiş olabilirim. Belki 1 kadeh de rakı içmişimdir. Rakının olduğu yerde mecburen p.z.v.ngleri olan mezeler de yeniyor. Ama kesinlikle ekmek yemedim... belki bir adet etimek..


Rakı sofrası ve kız muhabbeti o kadar güzeldi ki, 2 gün aç gezmeye değerdi. Fotoğrafta değişik bir şey dikkatinizi çekti mi?  O elin sahibi 22 aylık :)
Sonuç olarak eğer yarın akşamki düğünü de kazasız belasız atlatırsam diyetimin ilk haftasını geride bıkarmış olacağım. Çok takılmıyorum, çünkü asıl diyete foodtestin sonuçlarına göre başlayacağım. Bunu bir ısınma turu gibi düşünmek en iyisi.

Şu sıralar asıl takıldığım şey, 2 hafta önceki görüşmede koçumcuğumun verdiği ödevleri hala tamamlayamamış olmam. İşle ilgili bir karar alıp, aldığım karara göre de 6 aylık plan yapmam gerekiyor. Yahu insanın her gün fikri değişir mi? Bu nasıl bir duygu durum bozukluğudur. Bir de tatilimde, kendimi cesur kılmak adına yapacağım şeylere karar vermem gerekiyor. Bunun için rakı sofrasında kızlardan kopya almaya kalktım bir de, rezalet. Diğer taraftan, beni böyle zorlayan ödevlerin hastasıyım. Galiba farkındalıklarımın çoğu bu ödevler sayesinde oluştu. Mesela bu ödev sayesinde, çalıştığım yerde gözümü gönlümü şenlendirecek bir Allahın kulu olmadığını fark ettim. Ceo'nun ensesi de olmasa ofis hiç çekilmeyecek.
Acaba bi biskrem versem ödevi biraz ertelemeyi kabul ettirebilir miyim? 


21 Eylül 2013 Cumartesi

Kendini beğendirme sanatı


Bu bu nedir bu? Hadi polo t-shirt'ün yakasını kaldırana alıştık da ceket yakası kaldırmak n'oluyoo arkadaşım? Geçen hafta da Nişantaşı City's 'de gördüm bunlardan. Ceketin renginin cam göbeği olması yeterince dikkat çekici değilmiş gibi bir de yakalarını kaldırmıştı. Zaten o t-shirtlerin yakası da neden kalkar hiç anlamış değilim. Kızların çoğu bunu itici bulur.


Eric denen şu futbolcunun icadı olduğu rivayet edilir. Çok eskinin modasıydı, nasıl olduysa şimdilerde yine hortlamış. Allah bilir çocuğun tekiyle dalga geçmek isteyen bir kız o şekilde seksi görüneceğini falan söyledi, bu da şehir efsanesi gibi yayıldı. Yazıktır günahtır, enseleri kapatmayalım. Bisiklet yaka candır, hele bir de o ense yeni traş olmuşsa üüfff...

Ferit Odman
Yeni nesil erkekler kendilerini beğendirmek için saçma sapan şeyler yapıyorlar. Bugün diyetisyenimle görüşmek üzere EsteWorld'e gittim. Bekleme yerinde kafası kazınmış, epeyce kızarmış, kremlenmiş 4 tane genç vardı. Anlaşılan saç ektirmeye gelmişler. Bana sorarsanız saçlarının kazınmış hali gayet iyiydi, iki tel için o eziyete gerek var mı? Spor salonundaki hocalarımın saçları ve kasları gayet yerinde ama konuşmaya başladıkları anda batıyorlar. İçimden, "n'olur sus sadece seyredeyim" diye yalvardığım oluyor. Ah gençlik, oysa böyle saçıyla başıyla, yakasını kaldırmakla uğraşmak yerine, tek yapmaları gerekenin yeteneklilik veya etkili konuşma olduğunu bilseler...  Bkz Ferit. Karısı çok şanslı bir kadın :)


Tabii bizler için durum tam tersi, mesala ben. Diyetisyenle görüşme diye girdiğim sağlık merkezinden, ilave olarak ozon tedavisi ve foodtest alarak çıktım. Olaylar şöyle gelişti. Önce sevgili diyetisyenim çubuk kraker ile görüştük. Hoş beşten sonra bana yeni bir diyet listesi verdi. Sonra nasıl bir paket dahilinde devam edeceğimi ve indirim/kampanya gibi şeyleri konuşmak üzere birlikte sağlık danışmanının yanına gittik. 


Biraz konuştuktan sonra vücut muayenesi yapmak istedi, kalktım soyundum. Hatunun dehşet dolu gözlerle bir göbeğime bir yüzüme 3-5 kere bakma sahnesini görmenizi isterdim. Sonunda dayanamayıp "Eeee.. şey, bir dirhem et bin ayıp örter dediydileeerr, örttük işte. Sen görebiliyor musun? Ben 5 yıldır göremiyorum." dedim. Önce bir afalladı, sonra bir kaç dakika süren gülme krizine girdi. Tabi bu gülme krizine bilerek tepki vermemem, bana bolca indirim olarak geri döndü, ni-ha-ha-ha :)). 

Ozon tedavisi metabolizma hızını arttıracakmış. Aynı zamanda bağışıklık sisteminin güçlenmesi, yorgunluğun azalması, antiaging gibi faydaları varmış. Foodtest ile kilo vermemi engelleyen veya hızlandıran besinler tespit edilecek, ona göre diyet listem düzenlenecek. İleriki zamanlarda da çok dinlemediğim bazı yağ eritme yöntemlerini yapmaktan bahsetti. "Aslında vücut şekliniz çok güzel  ama yağlara gömmüşsünüz, sizi baştan yaratıcaazzz" falan dedi. Ben de "Eyvallah" deyip bir güzel paracıkları ödeyip çıktım. 

Yaa.. işte böyle. Keşke benim de işim bir yaka kaldırmak kadar kolay olsaydı. Vücudumdan atmam gereken 42.8 kg yağ kütlesi var. Vücut ağırlığımın %46.30'una denk geliyormuş. İdeali ise %20-28 arasında olması. Artık buradan bu yağ kütlesindeki azalmayı bildireceğim.



19 Eylül 2013 Perşembe

Rezil bir gün


İşte yine o iğrenç günlerden biri. İş yerinden biri ile telefonda tartıştım. Tabiki yine aynı pislik. Bu sefer fena restleştik. Telefon görüşmesinden sonra o beni genel müdürüme şikayet etmiş. ben de onun hem yöneticisine hem de insan kaynaklarına şikayet edilmesi için talepte bulundum. Bakalım işin sonu nereye gidecek. Hiç bir şey olmazsa bir gün iş çıkışı takip edicem. Sonra karanlık bir sokakta sıkıştırıp, üstüne oturarak ezmek suretiyle pestilini çıkarıcam. Belki de yukarıdaki amcaya özenip şöööyle yağda soğan çevirir gibi ....


İşin kötüsü bugün dolunay var. Dolunayda genelde gergin olurum ve o dönemler tahriklere kapılmamaya çalışırım. Çünkü kızdığım zaman birden gözüm dönüveriyor. Nasıl olduysa bu sefer dolunayın gelişi dikkatimden kaçmış, sakinliğimi koruyamadım. Bir kaç aydır Susan Miller ablayı takip etmiyorum, ondan herhalde. N'apiim, hatunun son zamanlarda söyledikleri pek tutmuyordu. Gerçi pek inanmam böyle şeylere ama...

Şu saat oldu hala kızgınlığım tamamen geçmedi. Üstüne reflüm azdı. Migren ağrılarım da soldan soldan gelmeye başladı. Bu tür konulara takılmamayı bir şekilde öğrenmem lazım. Koçumcuğum bir ara spiritüel konulara ilgi göstermemi önermişti, işe yarar mı acaba ? Çok umutlu değilim, çünküüüü...


Geçen gün durup dururken eski diyetisyenim aradı. Muhabbet arasında önce bir güzel laf geçirdi, sonra da cumartesi gününe randevu verdi, telefonu kapattık. Nerden çıktı bu şimdi diye düşünürken koçumcuğumdan şüphelendim. Acaba bir şekilde tanışıyorlar mı? Tam da zayıflama konularını konuşuyoruz falan derken... Mesaj atıp yoklamak istedim. Sevgili koçum, "geçen görüşmede epey enerji saldık evrene ondandır" dedi. Yaptığı gayet iyi niyetli olarak görüşünü paylaşmaktı . Gerçekten biz mesaj gönderdiğimiz zaman bunu uslu uslu yapan bir evren olduğunu kabul ediyor ve mutlu oluyor. Aynı zamanda bunu karşısındakiyle de paylaşıyor. Ama kabzımal ben ne yapiyorum? Mesajı gördüğüm anda saniyeler içinde aklımdan şöyle şeyler geçiriyorum;
Ne? salmak mı? Hayır ben salmadım...valla yapmadım. Haaa, yani öyle enerji salmak, ohhh. Peki evren kim? Ben tanıyor muyum? Niye tanımıyorum? Sen tanıştıracak mısın? Yoksa evli mi? Sevgilisi mi var? Tüüü yoksa ipne mi? Aman neyse ne? Enerjiyi almış hemen ispiyonlamış..... gibi gibi
Oysa yapmam gereken, biraz gevşemek, soruları bir kenara bırakmak, iç sesimi dinlemek, anlamaya ve öğrenmeye çalışmak, yol bulmak. Evet evet... Ben bu işi biraz öğrensem fena olmayacak.

18 Eylül 2013 Çarşamba

91.2


Bugün bir mucize oldu ve Bıçkın konuştu...valla... Akşam tam binerken şöyle bir ses çıkardı "Iiiiyyykkkk..viiik". Tabii daha 1 yaşında olduğu için ne dediği tam anlaşılmıyor. Galiba kendi dilinde "N'olur Zayıfla" demek istedi .
2 Haftadır açım aç. Rejimin yanında gün aşırı yürüyüş de yapmıştım. Sadece 91.2 'ye kadar inebilmişim, yazıklar olsun bana. Alt tarafı doğum günümde incecik bir dilim pasta yedim. Bir de Cumartesi günü 1-2 top dondurma yemiş olabilirim, hadi bilemedin 3...veya 5. Ama Çağla da yedi, hem de gözümün içine baka baka...


Sonra ben yemiyorum diye surat astı, o yemezse boğazımdan geçmez dedi. Yani en azından der gibi baktı. Aslında boğazı ağrımasın diye dondurmayı yaladıktan sonra annesinin zorla su içirmesi yüzünden de suratı asılmış olabilir, orasını fazla kurcalamayalım. Nihayetinde o akşam başka bir şey yemedim.


Neyse, durmak yok, yola devam..



15 Eylül 2013 Pazar

İstanbul Modern ve 13. İstanbul Bienali


Uzun zamandır İstanbul Modern'deki Mario Levi ile yaratıcı yazarlık atölyesi dikkatimi çekiyor ve programa katılmak istiyordum. Ancak çok talep olduğundan, açılacağı duyurulduktan 1-2 gün sonra hemen 10 kişilik kontenjan doluyordu. Perşembe günü, Kasım ayında yeni donemin başlayacağını bildiren bir mail aldım. Bu sefer hemen aradım ve kayıt yaptırmak istedim. Kredi kartı bilgilerimi pek güvenli olmayan bir yöntemle almak istediler. Kontenjandaki yerimi garantilemek için bir kısmını havale ile göndermek ve asıl kaydımı cumartesi yaptırmak için zar zor ikna ettim.


Bugun İstanbul Modern'e kayıt yaptırmak için gittiğimde, 13. İstanbul Bienali sergisi olduğunu gördüm. Bienalin bu seneki kavramsal çerçevesi "Anne ben Barbar mıyım?" ... Tabi böyle çok anlarmışım gibi yazdığıma bakmayın. Blogu yazmaya başlamadan az evvel, neymiş bu karın ağrısı lanet şey diyerek internette araştırırken öğrendim. Merak edenler lütfen " http://bienal.iksv.org/tr/arsiv/haberarsivi/p/1/449 "  adresini ziyaret edip kendileri baksın. Sergiye büyük bir keyif ve hevesle girmiştim ama "Anne ben salak mıyım?" sorusu ile çıktım. Dünyanın bir çok yerinden katılan sanatçıların, çeşitli fotoğraf, film, resim ve tanımlayamadığım başka değişik çalışmalarını içeren eserler vardı. Her ne kadar sağında solunda yazılanlardan bir şeyler anlamaya çalışsam da amacını anlamadım.


Mesela şu yukarda görmüş olduğunuz kitaplar, kitap kurtları tarafından yenilmiş kitapları temsilen orada yer alan eski kitaplar. So what ? 


Baktım olacak gibi değil, biraz kalabalığa karışayım dedim. Belki aralarında konuşurlarken bir şeyler kaparım. Gariptir, gelenlerin çoğu turistti ve ne yazık ki çoğu İtalyan veya Fransızdı. İngilizce konuştuğunu duyduğum tek çift, uçakta yanlarında oturmuş olan birinin dedikodusunu yapıyorlardı. Sonra aşağıdaki veletleri ve onlara uzun uzun eserlerin ne anlama geldiğini anlatmaya çalışan amcayı keşfettim. Arkadaşın "arkasında çocuklar ve gençler için bienal eğitim programı" yazıyor.


Etrafa bakınıyormuş gibi yapıp biraz adamı dinledim. Meğer o bölümde sanatçı topraktan ve biyolojik hayattan bahsediyormuş. Hadi canııım !!!  Bir süre sonra çocuklar varlığımı fark edip bana tip tip bakmaya başladılar. O yaştaki cocukları pek sevmem zaten, çok bilmiş olurlar. Ne var yani... dönsene önüne sen... ne belli ediyosun ? Adam da fark etmeden gitsem iyi olur diyerek o bölgeden uzaklaştım. 


İnanın çok sıkıldım. Şu küçücük çocuk bile benden daha büyük bir ilgiyle sergiyi dolaşıyordu. Herif daha yürümeyi beceremiyor ama kendi boyunda ne kadar eser varsa hepsine gidip yapıştı. Sanat aşkı var bi kere içinde n'aapsın.  İşte yabancılara bu yüzden hayranım. 
Tam çıkarken kapının arkasında kalan bir bölgede, rehberli turların saatlerini bildiren bir yazı gördüm, hay bin kunduz... Böyle bir şey olduğunu niye baştan söylemiyorsunuz ki!!! Başka zaman arkadaş diyerek yazıyı görmezden geldim ve hemen oradan uzaklaştım. Sanatın bu tarzından hoşlanmadığım ve anlamadığım da böylece anlaşılmış oldu. 

Oradan ayrıldıktan sonra Çılgın Ruziye ile buluşup günün geri kalanını alış veriş yaparak geçirdim. Hani cumartesi Agent Provocateur  alacaktın diye soranlarınız vardır. O hayalim ne yazık ki bir süre için rafa kalktı. Sebebi tamamen mahalle baskısı. Her şeye rağmen yine de alacaktım ama sadece alt parçasının 185 € olduğunu öğrenen Çılgın Ruziye'den sağlam bir zılgıt yedim.
Bir zamanlar Perfect Strangers diye bir dizi vardı hatırlar mısınız? Bizim Çılgın Ruziyenin tepkilerini hep Kuzen Larry'ye benzetmişimdir. (Mavi gömlekli olan). Şimdi uzun uzun olanları anlatmayayım, aşağıdaki fotoğraflara bakın, olayların nasıl geliştiğini ve neden o muhteşem parçaları "şimdilik" almaktan vazgeçtiğimi tahmin edin.







12 Eylül 2013 Perşembe

Yeni bir yaş

Bugün doğum günüm :) . Otuzlu yaşlardaki son senem. Bu zamana kadar belki bir çok şeyi yapma fırsatını kaçırdım ama hiç bir şey için geç değil. 40. yaş günüme kadar tamamlamam gereken çok sağlam planlarım var. Azzz sonraaaa....
Sabah güne güzel başladım. yakışıklı CEO'cuğumuzun da katıldığı bir toplantı vardı. 2.5 saat adamın ensesini seyretme şerefine nail oldum. Yalnız dikkatimi çekti, adam artık yaşlanmış. Ense artık eskisi gibi değil, biraz kırışmış mı ne? Toplantı uzun sürünce bizim deli Naughty Girl sıkılıp sırtıma bişeyler yapmaya başladı. Sonra whatsApp'tan diğer arkadaşlara yaydığı mesajdan ne olduğunu fark ettim :) Bütün gün böyle gezdim... Çok şekerler yaa..


Öğlen iş yerinden bir arkadaşımla Big Plate'e gidip yemek yedik. Yanında da nefis birer Blush içtik. Zaten bugün pek çalışasım yoktu, o bir kadeh beni iyice gevşetti. Öğleden sonra iş yerinde geleneksel sürpriz pasta olayına girdik. Çook çok ince bir dilim aldım. Sonra altın kızlar beni toplantı odasına çekip aldıkları hediyeyi verdiler . Bu portföyü gece gezmelerinde kullanacağım :)


Akşam  bizimkilere gittim. Annem o kadar itirazıma rağmen yemek hazırlamış. Allah'tan pasta yapmamıştı. İlk defa bir doğum günümü incecik bir dilim pasta ile geçiştirdim, kendime  inanamıyorum . Babişkom bana 3 tane kitap hediye etti. Bunlardan birinin Montignac'in kitabı olması düşündürücü tabii :)


Neyse artık...Aslında çok düşünecek bir şey yok. Babişkom bile kendi dilinde "dur be kızım yeter artık" diyor. Düşündüm, bu iş öyle taahhütle, diyetisyenle, ivirit ziviritla olmayacak. Havuç olması lazım, hem büyüüüük bir havuç. İşte 40 yaşıma kadar tamamlamam gereken işlerden ilkini açıklıyorum.


Şu görmüş olduğunuz muhteşem şey Agent Provocateur olup, Türkiye'de de Kanyon - Harvey Nichols'da satılmaya başlandığını yeni öğrenmiş bulunuyorum. Cumartesi günü gidip bunun 38 bedeninin alacağım ve 40. yaş günüme kadar giyebilir duruma geleceğiiim...Nasıl hedef ama ?..Üff tamam be tamam ... 40, en fazla 42 ...zaten daha büyüğü yoktur...  http://www.agentprovocateur.com/  Başka ceşit bakmak isteyenler için bu da adresi.


Diğer hedeflerden biri ingilizce. Önümüzdeki sene bu konuyu da artık halledip aklımdan çıkarmak istiyorum. Dün Digitürk'teki bütün sevdiğim dizi ve belgesel kanallarının dillerini orjinale çevirdim. Evet zorlanıyorum ama yapacak bir şey yok. Bu arada söylemeden geçemeyeceğim, ingilizlerin ingilizcesi çok kötü. Köylü bunlar yahu, insan bu kadar kelimeleri yutar mı, ayıp ayıp :P


Artık ben de söylemekten sıkıldım ama bir diğer tamamlanması gereken hedef PMP olmak. Hafta başında tekrar çalışmaya başladım. 40. yaş günümde mutlaka pmp ünvanım da olacak.  Belki terfi etmiş ya da yeni bir işe girmiş de olabilirim. Ama ikisinden biri,  mutlaka ..  :)

Bir diğeri gezip tozma işi... İstanbul'u baştan aşağı dolaşmış olmalıyım. Hatta aralara şehir dışı, belki yurt dışı da sıkıştırabilirim. Onun dışında en azından ayda 5- 6 gece gece eğlenmek için dışarı çıkacağım. Öyle konser, opera, sinema falan, öyle şeylerden bahsetmiyorum. Bildiğiniz gece eğlencesi...


En büyük hedefim de, artık şu kamyon şoförü edasından kurtulmak ve kibar, zarif bir bayan olmak. Ayrıca yukarıdaki gibi zıpırlıklar da 40 yaşına gelmiş birine hiç yakışmıyor. Şimdilik bunu nasıl becerebileceğimi bilmiyorum. Önce kaba saba konuşmalarımı düzeltmekle başlasam iyi olur. Fısıldayarak konuşsam işe yarar mı acaba? Himm, o da çok mu şuh kaçar ? Bir iki taktik var aklımda, deniiicez işte bakalım.

Aklımdaki hedefler bunlar. Bir sene içinde tümünü oldurmaya çalışmayacağım, tümü o-la-cak.

Ah .. aklıma gelmişken. Artık bir süre için doğum günüm sadece 12 Eylül, yıl yok. Yalan söylemeyi pek beceremem, belki tam tarih söylemezsem 1980 zannedilir... Yersen :P


10 Eylül 2013 Salı

Nardis


Geçtiğimiz hafta sonu benim için epey hareketliydi. Eminönü, Nişantaşı..  O kadar gez dolaş falan derken çok yoruldum ama günü böyle bitirmeye hiiiiç niyetim yoktu. Uzun zamandır Nardis'e gitmek istiyordum ama bir türlü ayarlayamıyordum. İki hafta önce yeni sezona başladıklarını öğrenince artık kendime bahane üretmekten vazgeçmeye karar verdim. Öğlen yemek yediğimiz sırada Çılgın Ruziye'yi nasıl olduysa ikna ettim ve rezervasyon yaptırdım. Eve gittikten sonra duş alıp güzel bir uyku çektikten sonra hazırlanıp yola koyuldum.
Kuledibi'ndeki katlı otoparka aracınızı bıraktıktan sonra çok az bir mesafe yürümeniz gerekiyor. Hatta Nardisin 1 dk mesafe aşağısında bir hastanenin otoparkı da varmış. Orayı sonradan öğrendim. Yani istersem daha sonra tek başıma da gidebilirim :) .


O gece Meltem Ege 6 tet vardı. Meltem Ege'yi ilk defa dinledim ve bayıldım. Sesi çok güzel, cıvıl cıvıl, neşeli..Ekibe de çok hakimdi. Önder Focan, Ferid Odman, Ozan Musluoğlu, Şenova Ülker ve Bulut Gülen ekibin diğer üyeleriydi. Özellikle Ferid Odmanı yakından göreceğim için pek bi mutluydum ;). Ama nerdeeee...Sahnede Bulut sen Feridi unut .. Adam tam sahnenin ortasına yerleşti, görüntüyü kapattı. Tamam iyi çalıyor falan ama ben gıcık oldum bir kere. Arkadaşım sen aralarda trombon çalıyorsun, çekil bir kenarda dur işte, niye devamlı ortadasın ki ?!! Hayır, aralarda espriler patlıyor, Feridcim orada çok şirin gülücükler atıyor ama ben kaçırıyorum, olmaz kii !!!, sağdan soldan aralardan  görüntü alacağım diye şekilden şekile girdim. 
Masamız 4 kişilikti ve başka bir çift ile paylaşıyorduk. Ara verildikten sonra, sahnenin en önündeki çift ayrıldı, biz de onların yerine geçtik. Keşke geçmeseymişiz. Aklınızda olsun, en ön masalar oldukça rahatsız. Nota sehpaları sahneyi görmenizi epey engelliyor. Bir dahaki sefere asma katı denemeyi düşünüyorum. Tabi o gece tek derdi nota sehpası değildi. İkinci bölüm başladıktan sonra diğer çiftin neden erken ayrıldığını daha iyi anladım. Bulut arkadaş çalarken kendini öyle kaptırıyor ki, trombonun ucunun nereye gittiğini hiç görmüyor. Ulen..!! Ha çarptı ha çarpacak diye gerildim durdum. Zaten gıcık olmuşum.. Bu sefer ister istemez arkadaş hakkında olumsuz şeyler düşünüp pis pis sırıtmaya başladım. Ne biliim işte, inşallah fasülye yememiştir gibi şeyler .. Artık nasıl baktıysam Meltem Ege fark etmiş :). Şarkılardan birinin arasında şakayla karışık benden onun adına özür dileyip çocuğu uyardı ve biraz geriye çekti.
Öğrendiğim kadarı ile sezonun ilerleyen zamanlarında bu mekan çok daha kalabalık oluyormuş, insanlar ayakta dinliyormuş. Ehh.. gider görürüm artık :)
Yazının özeti ; Bundan sonra böyle... Bu kış sürtük olmaya karar verdim ;) . Artık tek başıma bile olsa cuma veya cumartesi geceleri yeni mekanlar keşfetmek üzere dışarılardayım... yani... çoğunlukla... inşallah...  Bu lafım havada kalmasın diye de gittiğim mekanları burada anlatmayı düşünüyorum.


9 Eylül 2013 Pazartesi

Nişantaşı, Teşvikiye ve Maçka Turu

Nişantaşı , Teşvikiye ve Maçka aslında neredeyse ezbere bildiğim bir bölge. Kitapta bu bölge için 8 sayfa ayrılmış ve benim daha önce fark etmediğim bazı mekanlardan da bahsedilmiş. Hem gezerim hem de bir tur daha tamamlamış olurum diye düşündüm.





Mısır çarşısı gezisinden sonra Nişantaşına doğru yola çıkmıştık. Swiss Otel'in önündeki yoldan gidip Teşvikiye Cami'nin önünde taksiden indik. Hemen Teşvikiye Caminin bahçesine daldım. Yıllarım bu semtte geçti ama nişan taşlarına hiç dikkat etmemişim, ne tuhaf..


Caminin bahçesinde biraz gezinip fotoğraf çektim. Buraya en son Mehmet Ali Birand'in cenazesinde gelmiştim. Eğer zorunlu bir işiniz yoksa , ünlü birinin cenazesi olduğunda Nişantaşından uzak durmanız daha iyi olur. Saatlerce trafik tıkanır, tam bir kabus olur.
Cami'nin az ilerisinde Saray Muhallebicisi var. Kitapta mekan olarak bahsetmemiş ama bence oranın da hakkını yememek lazım. Biz önünden geçerken tıklım tıklım doluydu ve dışarıda, girmek için sıra bekleyen en az 12 kişi vardı.
Çılgın Ruziye ile beraber City's AVM'ye doğru mağazaları geze geze ilerlemeye başladık. City's ilk yapıldığında hiç hoşlanmamıştım. Aslında hala da pek sevdiğim söylenemez. Üst katında Mahalle diye bir yer açtılar. Çeşitli iyi restaurantların şubelerinin yanı sıra, çiçekçi, kitapçı,şekerlemeci gibi ıvır zıvırlar da koyarak bir mahalle havası yaratmaya çalışmışlar. Bence tam bir fiyasko. Bir kere acayip bir uğultu var. Hele bir de kalabalık olduğu saate denk geldiyseniz karşınızdaki kişi ile ne konuştuğunuzu duyamıyorsunuz. Neyse, orada hafif bir öğle yemeği yedikten sonra ayrıldık. O doktor randevusuna giderken ben de Abdi İpekçi caddesine doğru yola koyuldum.


Abdi ipekçi caddesini çok severim. Kış aylarında nasılda güzel olur. Hele bir de kar yağarsa...offf... alırsın sıcacık kestaneni...annenle,kardeşinle veya bir kız arkadaşınla kestaneyi atıştırarak vitrinleri dolaşırsın, acayip keyiflidir :).


Abdi İpekçi'nin büstünün nerede olduğunu aranırken tam karşımda görünce cidden kendimden utandım. Yıllardır gözümün önünde olan büstün ona ait olduğuna hiç dikkat etmemişim. Yukarıdaki fotoğrafta görülen kırmızı tenteli mekan Beymen Brasserie, oradan yerini anlayın.Fotoğraf çektikten sonra yukarı Valikonağı'na doğru yürümeye başladım. Etrafta kaldırıma masa atmış güzel Cafe'ler var. Onlardan birinin önünden geçerken bir baktım, sevgili arkadaşım kıvırcık oturmuş yeşil çayını içip artist artist Ipad'ine bakınıyor. Hemen yanına gittim, biraz sohbet ettik. Sonra yoluma devam ettim.


Kitaptaki Vedat Tek konağını buldum. Ve tabii burayı da biliyordum.Kitapta fotoğrafı görünce tam çıkaramamıştım ama tarif edilen yere gittiğinde içimden "Hadi yaaa" dedim, "Demek burası orasıymış" :).
Valikonağından tekrar geze geze Teşvikiye caddesine geri geldim. Çılgın Ruziye ile buluşup Maçka üzerinden arabayı bıraktığımız Dolmabahçe'deki parka kadar yürümeye başladık.
Kitapta Reasürans çarşısından bahsedilmemesi tuhaf geldi. Oysa semtin en ünlü ve gözde mekanlarından biridir. Burayı mutlaka gezip görmelisiniz. Büyük keyif alacağınızdan eminim.


Reasürans çarşısının hemen dibinde Maçka Palas yer alıyor.Yani şimdiki Park Hyatt İstanbul oteli. Bir zamanlar Körfezbank'in genel müdürlük binasıydı. Çılgın Ruziye bankacılığa burada MT olarak başlamıştı.


Demokrasi parkına geldiğimizde, orada bulunduğumu ispatlamak için fotoğraf çektim ama ne yalan söyleyeyim içeri girmedim. Çok yorulmuştum ama n'apiim... Tamam bu biraz üç kağıt çevirmişim gibi oldu, kabul ediyorum. Ama daha Dolmabahçeye kadar yürümemiz gerekiyordu. Bir daha ki sefere artık.
Bitti :)


8 Eylül 2013 Pazar

Yeni Cami ve Mısır Çarşısı Turu

Bir süredir Çılgın Ruziye evi için otantik lamba arıyordu. Aradığı gibi bir şeyleri uygun fiyata bulmak için Mısır çarşısı ve çevresini dolaşmaya karar verdik. Fırsat bu fırsat diyerek kitapta 4 sayfa ayrılmış olan Yeni Cami ve Mısır Çarşısı bölümünü de aradan çıkarabileceğimi düşündüm.



Dönüşte trafiğe takılmamak için arabamızı Dolmabahçe'ye park edip taksi ile Eminönü'ne gittik.  Taksiden iner inmez gözüme çarpan Nimet Abla'yı bu gezime dahil etmek istedim. Aslında Sirkeci - Eminönü bölümünde anlatılıyor.


Kitapta detay verilmemiş ama Nimet Abla kimdir diye internette arattığımda şimdiye kadar bildiğim hikayeden biraz farklı bir şeyler olduğunu gördüm. Saçma bir şekilde herkes buranın çok şanslı olduğuna inanır. Bence her gün binlerce kişinin biletini buradan alarak şanslı biletin yine buradan çıkma olasılığını arttırmasından başka bir olayı yok. Fotoğrafı çektikten sonra her zamanki gibi bilet almadan Yeni Cami'ye doğru ilerledim.


Ne yalan söyleyeyim, Cami'nin içini dolaşmadım, dolaşasım gelmedi. Çocukluğumdan beri belki yüz bin defa gezmişimdir. Eskiden etrafta çok daha fazla güvercin olurdu, onun dışında hemen hemen her şey aynı.Değişen tek şey, yem satıcılarına belediyenin küçük kulübecikler vermiş olması... Eskiden çingeneler geniş tepsiler içinde o yemleri satardı ve bence o hali daha sevimliydi. 


Cami'nin hemen yanındaki Mısır çarsına yöneldik. İçeri girer girmez rengarenk baharatlar, ışıltılı dükkanlar içindeki çeşit çeşit mallar sizi büyülemeye başlıyor. 




Aslında Çılgın Ruziye'nin aradığı türden lambaları çarşının içinde bulmuştuk ama orası turistlere yönelik olduğundan fiyatları daha farklı olabilir diye düşündük. Bayramdan önce Adeleli Mükremin'le gittiğimiz bir hediyelik eşya hanı vardı. Sabahın köründe onu arayıp hanın ismini öğrendim ve çarşıda gezintimizi bitirdikten sonra dışarı çıkıp tarife göre hanı aramaya başladık. Tahmin edin n'ooldu? Tabi ki kaybolduk.
Yanlış kapıdan çıkmışız. Ama iyi oldu, Kitapta bahsedilen Kurukahveci Mehmet Efendi'nin yerini de görmüş olduk. Mmmmm... Kahve kokusuna bayılırım.


Çarşının dışı tam bir labirent gibi. Sokaklar çok kalabalık ve her birinde dikkatinizi çekebilecek çok farklı türden malzemeler var. Kiminde mutfak eşyaları yoğunluktayken bir başka sokakta bujiteri ürünleri satılıyor. Burayı anlatmanın imkanı yok. Söylenebilecek tek şey şu ki, eğer alış veriş manyağı iseniz ve neyi nereden daha ucuza bulurum diye önceden mimlemek istiyorsanız buraya en az iki tam gün ayırmanız gerekiyor. 
Hediyelik eşyaların satıldığı Şark Han'ı nihayet bulduk ama Çılgın Ruziye aradığını bulamadı. Dönerken sokakların birinde tahta malzemelerin satıldığı bir sokak bulduk. 


Buradan biraz alış veriş yaptıktan sonra tam taksi çevirmek üzere caddeye doğru yürüyorduk ki , tam da istediği gibi lambaların ürecisi olan bir dükkan görüp içeri girdik. Daha doğrusu lambalara baktığımızı fark eden dükkan sahibi laf ebeliği sayesinde bir şekilde bizi dükkana almayı başardı. 


Burada Çılgın Ruziye'nin istemediği kadar çeşit vardı ve bence diğer yerlere göre oldukça ucuzdu. Adamcağız uzun süre mallarını anlattı. Bizimki de ciddi bir alıcı gibi ölçüleri sordu, fiyat aldı ve hatta pazarlık yaptı. Yaklaşık 45 dakikanın sonunda, "Tamam, ben bir düşünüp seni arayacağım" dedi. O anda aslında çok alışık olduğum bir sahneyi tekrar izlemeye başladım. Esnaf çatlatan Çılgın Ruziye dakikalar boyu inceler inceler inceleeeer ...ve hiç bir şey almadan çıkar gider. Adamın ruh halinin şaşkınlıktan öfkeye, öfkeden sakinliğe geçişini, son bir çaba ile onu ikna etmeye çalışmasını gülümseyerek izledim. Galiba rekoru 1,5  saat ile Nişantaşı Network'te yaşamıştık..bir ara anlatırım :).  "Boşuna uğraşma hacı" diyesim geldi de sonra vazgeçtim... Belli ki bir an adamın bir lafı hatunun tersine gitmiş.
Oradan ayrıldıktan sonra alt geçitten yolun karşısına geçtik. Bir sürü oyuncakçının olduğu bu o alt geçit genelde tıklım tıkış olur ama sanırım yaz olması nedeni ile her zamankinden sakindi.  Bir taksi çevirerek Nişantaşına doğru devam ettik. Böylece turumuz bitmiş oldu :)
Burdan sonrasında kitapta Nişantaşı,Teşvikiye ve Maçka başlığı altında geçen kısmı tamamladım :). Ama onu farklı bir yayında anlatmak istiyorum. Bir günde iki kuş bence gayet iyi oldu :)