15 Eylül 2013 Pazar

İstanbul Modern ve 13. İstanbul Bienali


Uzun zamandır İstanbul Modern'deki Mario Levi ile yaratıcı yazarlık atölyesi dikkatimi çekiyor ve programa katılmak istiyordum. Ancak çok talep olduğundan, açılacağı duyurulduktan 1-2 gün sonra hemen 10 kişilik kontenjan doluyordu. Perşembe günü, Kasım ayında yeni donemin başlayacağını bildiren bir mail aldım. Bu sefer hemen aradım ve kayıt yaptırmak istedim. Kredi kartı bilgilerimi pek güvenli olmayan bir yöntemle almak istediler. Kontenjandaki yerimi garantilemek için bir kısmını havale ile göndermek ve asıl kaydımı cumartesi yaptırmak için zar zor ikna ettim.


Bugun İstanbul Modern'e kayıt yaptırmak için gittiğimde, 13. İstanbul Bienali sergisi olduğunu gördüm. Bienalin bu seneki kavramsal çerçevesi "Anne ben Barbar mıyım?" ... Tabi böyle çok anlarmışım gibi yazdığıma bakmayın. Blogu yazmaya başlamadan az evvel, neymiş bu karın ağrısı lanet şey diyerek internette araştırırken öğrendim. Merak edenler lütfen " http://bienal.iksv.org/tr/arsiv/haberarsivi/p/1/449 "  adresini ziyaret edip kendileri baksın. Sergiye büyük bir keyif ve hevesle girmiştim ama "Anne ben salak mıyım?" sorusu ile çıktım. Dünyanın bir çok yerinden katılan sanatçıların, çeşitli fotoğraf, film, resim ve tanımlayamadığım başka değişik çalışmalarını içeren eserler vardı. Her ne kadar sağında solunda yazılanlardan bir şeyler anlamaya çalışsam da amacını anlamadım.


Mesela şu yukarda görmüş olduğunuz kitaplar, kitap kurtları tarafından yenilmiş kitapları temsilen orada yer alan eski kitaplar. So what ? 


Baktım olacak gibi değil, biraz kalabalığa karışayım dedim. Belki aralarında konuşurlarken bir şeyler kaparım. Gariptir, gelenlerin çoğu turistti ve ne yazık ki çoğu İtalyan veya Fransızdı. İngilizce konuştuğunu duyduğum tek çift, uçakta yanlarında oturmuş olan birinin dedikodusunu yapıyorlardı. Sonra aşağıdaki veletleri ve onlara uzun uzun eserlerin ne anlama geldiğini anlatmaya çalışan amcayı keşfettim. Arkadaşın "arkasında çocuklar ve gençler için bienal eğitim programı" yazıyor.


Etrafa bakınıyormuş gibi yapıp biraz adamı dinledim. Meğer o bölümde sanatçı topraktan ve biyolojik hayattan bahsediyormuş. Hadi canııım !!!  Bir süre sonra çocuklar varlığımı fark edip bana tip tip bakmaya başladılar. O yaştaki cocukları pek sevmem zaten, çok bilmiş olurlar. Ne var yani... dönsene önüne sen... ne belli ediyosun ? Adam da fark etmeden gitsem iyi olur diyerek o bölgeden uzaklaştım. 


İnanın çok sıkıldım. Şu küçücük çocuk bile benden daha büyük bir ilgiyle sergiyi dolaşıyordu. Herif daha yürümeyi beceremiyor ama kendi boyunda ne kadar eser varsa hepsine gidip yapıştı. Sanat aşkı var bi kere içinde n'aapsın.  İşte yabancılara bu yüzden hayranım. 
Tam çıkarken kapının arkasında kalan bir bölgede, rehberli turların saatlerini bildiren bir yazı gördüm, hay bin kunduz... Böyle bir şey olduğunu niye baştan söylemiyorsunuz ki!!! Başka zaman arkadaş diyerek yazıyı görmezden geldim ve hemen oradan uzaklaştım. Sanatın bu tarzından hoşlanmadığım ve anlamadığım da böylece anlaşılmış oldu. 

Oradan ayrıldıktan sonra Çılgın Ruziye ile buluşup günün geri kalanını alış veriş yaparak geçirdim. Hani cumartesi Agent Provocateur  alacaktın diye soranlarınız vardır. O hayalim ne yazık ki bir süre için rafa kalktı. Sebebi tamamen mahalle baskısı. Her şeye rağmen yine de alacaktım ama sadece alt parçasının 185 € olduğunu öğrenen Çılgın Ruziye'den sağlam bir zılgıt yedim.
Bir zamanlar Perfect Strangers diye bir dizi vardı hatırlar mısınız? Bizim Çılgın Ruziyenin tepkilerini hep Kuzen Larry'ye benzetmişimdir. (Mavi gömlekli olan). Şimdi uzun uzun olanları anlatmayayım, aşağıdaki fotoğraflara bakın, olayların nasıl geliştiğini ve neden o muhteşem parçaları "şimdilik" almaktan vazgeçtiğimi tahmin edin.







Hiç yorum yok:

Yorum Gönder