25 Şubat 2014 Salı

Amsterdam Macerası -1


Hellooo my dear followers!!!
Hatırlayacağınız üzere Cumartesi günü Amsterdam'a gitmiştim. Bu akşam döndüm. Özlediniz mi beni bakiiim?  Oradaki maceralarımı heyecanla beklediğinizden eminim. Anlatacak çok şeyim var ama ne yazık ki hafta sonuna kadar sabretmeniz gerekiyor. Şimdi sadece küçük bir "cik" demek ve bazılarınıza çok büyük teessüflerimi iletmek istedim. Amsterdam'da şunu yap bunu yap diye öğütler veren çok sevgili takipçilerim! Taharet musluğu olmadığını niye söylemediniz lannn?!!


Hadi Allahın Kazakistan ve Kırgızistanında yoktu. Gelişmemiş memleket dedik, önemsemedik. Ama koskoca Avrupa ülkesi bu yaaa... Büyük rezalet. Otel neyse de dışardayken aklının bir tarafı hep orda(!) kalıyor. Ya zamansız bir mecburiyet durumu oluşursaaaa?!!
Neyse, bu sayede bir farkındalığım daha oldu. Meğer dünyanın en büyük nimetlerinden biri, insanın dötünü yıkayabilmesiymiş.
Herkese iyi geceler :)


16 Şubat 2014 Pazar

Happy GALentine's Day


Bir Sevgililer Günü daha geçti. Akşam olup da, sevgilileriyle birlikte gittikleri yerden check-in yapan arkadaşların mesajlarını gördükçe içim sızladı. Aahh o yakışıklı harika insanlar.. Benim gibi sevgi dolu, güler yüzlü, komik ama bir o kadar da kendi çapında seksi bir hatun yerine, iki üç ay sonra birer gudubete dönüşecek cadolozlarla birlikle zaman geçirmek zorunda kaldılar.. Yazıııkk ! Onlar adına gerçekten çok üzülüyorum. 14 Şubat'taki onca romantizm girişimlerinin "meyvesini" Mart ayında bol bol yerler umarım!


Her ne kadar 14 Şubat'ta yalnız olsam da dün gayet keyifli vakit geçirdim. Kızlarla bir hafta öncesinden plan yaptık ve 15 Şubat Sevgilisizler günü kutlamaya karar verdik. Sonradan Arsız Böcük'ten öğrendim ki "Galentine's Day" diye bir şey varmış. Sevgilisi olmayan veya olup da o gün satışa getiren hanımlar buluşup felekten bir gün çalıyor. Biz de aynen öyle yaptık. Önce Taksimde bir Ocak başına gittik. Gır gır, şamata, kahkaha içinde güzel bir yemek yedik. Sonra "Metot" isimli bir oyunu izlemeye gittik.


Oyun bir şirketin toplantı odasında geçiyor. İş görüşmesi için aynı anda gelen dört kişi, hiç alışılmadık testlerden geçiriliyor. Bir yandan günümüz iş dünyasında yaşadığımız acımasızlıkları komedi tadında göz önüne sererken, diğer yandan hayatımızdaki değerlerimizle ilgili düşündürmeye yönelten çok güzel bir çalışmaydı. Başından sonuna kadar gülmekten yanaklarıma ağrılar girdi. Vaktiniz olursa mutlaka gidip izleyin.


Tiyatrodan çıkınca, kızlar sıcak bir şeyler içmek istedi. Ben sıcak şarap içeriz diye düşünmüştüm.. Özsüt'e gidip birer çay içtik (!). Orada da biraz muhabbet ettikten sonra dağıldık. Aslında gece biraz daha çılgın devam edebilirdi. Ama her ne kadar bize ayak uydurmaya çalışsa da, sevgili Arsız Böcükümün pek keyfi yoktu.  14 Şubat akşamı kanser nedeniyle yakın bir arkadaşını kaybetmişti ve hiç o modda değildi.
Hayat ne kadar acımasız. Birileri sevgilisiyle çok mutlu bir gün geçirirken bir başkası sevdiğini kaybetmenin acısı ile yanabiliyor. Gece yatarken, Tanrı sabrını eksik etmesin diye , o gencecik insanın karısı için dua ettim.


Eveet sevgili takipçilerim. Bu seneyi de böyle geçirdim. Gelecek yıl için gerçekten umutluyum. Biliyorum, orada bir yerlerde hayatına girmemi bekleyen harika bir insan var. İşte şimdi tüm cesaretimi topluyorum ve o kişiye sesleniyorum.. Çıksana artık ortaya pzvnk!!! Ömrüm seni beklemekle mi geçecek?!!




13 Şubat 2014 Perşembe

Vize Macerası


Başlığa bakıp "vize almanın da macerası mı olur?" demeyin. Söz konusu bensem oluyor işte..
Biliyorsunuz , kısmetse iki hafta sonra Amsterdam'a gidiyorum. İlk defa schengen vizesi alacağım için konsolosluk görüşmeye çağırdı. Bu sabah 09:55'te randevum vardı. Trafiğe takılmadan randevu saatinden önce orada olabilmek için 07:40 civarı Ataşehir'den yola çıktım. Bilmeyenler için; Hollanda Konsolosluğu İstiklal caddesi üzerinde, Tünel'e yakında bir yerde.


Başlangıçta gayet iyi gidiyordum. Çıkmadan önce IBB'nin uygulamasına bakarak ikinci köprüyü tercih etmiş olmaktan gayet memnundum. Ne var ki, köprüyü geçip Levent'e doğru sapınca işler değişti. Daha sapağın başında korkunç bir trafik başladı. Amacım Beşiktaş üzerinden Taksim'e çıkmaktı. Yirmi dakika geçmesine rağmen çok az ilerleyebilmiştim. Baktım olacak gibi değil, Maslak yoluna saptım. Geri zekalı Iphone'nun, ondan daha geri zekalı navigasyon uygulamasını kullanarak, Dolapdere taraflarına doğru gitmeye başladım. O yolun ilerisinde de çok fena bir trafiğe takıldım. Yetmiyormuş gibi kayboldum. Evet! Kayboldum... Navigasyona ettiğim küfürler eşliğinde yolumu bulup da Taksim'e çıkana kadar akla karayı seçtim.


Habertürk binasının otoparkına arabayı bıraktım. Görüşmeye sadece 12 dakikam kalmıştı. Hemen binanın yanında bekleyen bir kaç taksiye el ettim. Adamlar oralı bile olmadı. Tabii ki küfürlerimden nasiplerini aldılar. Bir de duyabilselerdi daha iyi olacaktı ama neyse... Güç bela yoldan geçmekte olan bir taksiye bindim ve 6 dakika içinde Hollanda konsolosluğuna gitmem gerektiğini söyledim. İyi kalpli bir adamcağızdı. Hızlıca kafasında bir güzergah belirledi. "Tamam" dedi, daha on dakikamız var yetişiriz. "Yok" dedim ," altı dakikam var". Yine "Tamam" dedi, "daha on dakikamız var..."


Çaresizlik içinde, yetişemeyeceğimi kabullenerek sustum ve arkama yaslandım. Adam tarlabaşına indikten bir süre sonra garip bir sokağa girip, İstiklal caddesinin Tünel'e doğru giden yoluna çıkıverdi. "Bak gördün mü? İstiklalin bu bölgesine saat 10:00'a kadar araç girmesine izin veriiliyor" dedi. "Şanslısın, seni yetiştirdim. Hayretler içinde kalmıştım. Meğer 10 dakikamız var dediği, izin saatinin dolma süresiymiş. Konsolosluk önüne geldiğimizde para üstünü almadan teşekkür edip indim.


Kapıya vardığımda kalabalık bir insan grubunun beklediğini gördüm. Meger Xray cihazi bozulmuş. Gelenleri içeri almıyorlarmış !!! Şans işte... Epey bekledikten sonra içeri aldılar. Sıram geldiğinde yukarı çıktım. Bir gişenin arkasındaki sakallı amcanın karşısına geçtim. Adımı söyledikten sonra belgelerimi buldu ve görüşme başladı. Bir yandan  yüzüme bakmadan soru soruyor, bir yanda da hiç tepki vermeden bilgisayarda bir şeyler yazıyordu.
- Hımm... Turistlik amaçla gidiyormuşsunuz. "..." firmasında çalışıyorsunuz
- Evet.
- Evli misiniz?
- Evet ... Aslında hayır gibi. Epeydir ayrıyız, yakında boşanıyoruz.
- ?!! ..
- Tabi bu detayı sormuyorsunuz muhtemelen
- Çocuk var mı?
- Yok. Çocuk yapacak kadar beraber kalamadık, hehe..
- ?!!. Sizinle birlikte geliyor mu?
- Hayır! Ne işi var canım, Aaa!!
- E haliyle..Tamam teşekkür ederiz, gidebilirsiniz?
Nasıl yaa! Üç dakika geçmişti sadece. Bu kadar mı yani? Onca koşturma,telaş,eziyet.. bunun için miydi? "Tipik Türk erkeği işte, üç dakika yetti..." diye içimden geçirdim ve sinir içinde olay mahalini terk ettim.


Önce biraz yürüdüm. Galatasaray'a geldiğimde tramvaya binmeye karar verdim. Tam binicem, cüzdanımı çıkardım.. vatman ters ters bakıp "Paran geçmez ablaaa... Akbil, istanbul kart..." diye söylenmeye başladı. Mecburen gerisin geri inip tekrar yürümeye başladım. Ciner binasına geldiğimde pestilim çıkmış gibiydi. Topuklu ayakkabılarla gitmek hiç iyi bir fikir değilmiş.


Bitti sanıyorsunuz değil mi? Hah !... Otoparka geldiğimde hemen ödememi yapıp arabada biraz soluklandım. Sonra yola koyulayım dedim ama nerdeee.. Otoparkın içinde dört dönmeye başladım. O kadar yorgundum ki, çıkışı bulamayacak kadar salaklaşmıştım. Eğer o anda kameradan izleyen bir görevli varsa epey eğlenmiştir herhalde. 


Öğlen olmuştu. İşe gitmeden önce günün yorgunluğunu biraz olsun azaltıp sakinleşmek için kendimi yine boğaza vurdum. Yeniköy'deki muhteşem manzaralı Circle'a gidip güzel bir yemek yedikten sonra keyfim yerine geldi.

İşte böyle.. Vize alırken bunlar oluyorsa orada yaşayacaklarımı şimdiden merak ediyorum. Siz de merak ediyorsanız beni izlemeye devam ediiin ;)



10 Şubat 2014 Pazartesi

Hangisini Seçsem ?!!


Aman maşallah diyelim. Bugün de kendimi zorladım ve kırk dakika yürüyüş yaptım. Spordan sonra önüme gelen her şeyi yeme isteğimi de frenlemeye devam edebilirsem harika olacak. Acayip iştahım açılıyor, bu nasıl iştir arkadaş ?!!

Yirmi bir gün boyunca aynı şeyi yaparsan alışkanlık haline gelirmiş. Spora gitmeyi alışkanlık haline getirmek için cezbedici bir şeyler bulmam gerekiyor. Bir kaç gündür bunun ne olabileceği üzerinde düşünüyordum, sonunda buldum. Şöyle afilli bir delikanlıyı gözüme kestireceğim. Sonra da her gün onu görebilme umuduyla club'a gideceğim. İlk bakışta sapıklık gibi gelebilir ama inanın öyle değil, tamamen motivasyon amaçlı.


Bu konuyu düşünürken ciddi bir problemim olduğunu fark ettim, "odaklanma sorunu". Şu afilli delikanlıyı tespit etme konusunda ciddi bir seçme ve hedefe odaklanma sorunu yaşıyorum. Tam birine karar veriyorum... hooop önümden bir başkası geçiyor. Gidiyorum peşinden.. bu sefer yanımdan daha sağlam bir parça(!) geçiyor. Aaayyynen yüz seksen derece dönüş yapıp onun arkasından gidiyorum. Offf... Nasıl yorucu bilemezsiniz. Oysa seç birini gitsin ! Yürüyüş yapan mı, ağırlık çalışan mı? Belki de en iyisi yüzücülerdir. Aaaa..Spinning yapanlar da hiç fena değil, bakın işte onlar yeni keşfim. Bu keşif hikayemi size daha sonra anlatacağım ;)

Acaba hiç polemiğe girmesem ve "hepiniz benim yavrularımsınız" moduna mı girsem ?
Önerisi olan ...?




9 Şubat 2014 Pazar

Keyifli bir Cumartesi

İşte güzel geçen bir gün daha..
Sabah kalkıp hafif bir kahvaltı yaptıktan sonra üşenmeden spora gittim. Kırk beş dakikalık yürüyüşün ardından yirmi dakika yüzdüm. İkide bir genzime su kaçırmış olmasaydım havuzda daha uzun süre kalabilirdim. Şöyle adam gibi yüzmeyi bir türlü öğrenemedim. Ha bire senkronu kaçırıyorum. Başımı suyun dışına çıkarınca nefes almam gerekiyor, içinde degiiilll !!!


Boğulmamayı başararak spor olayını bitirdikten sonra anneme gittim. Önceden sipariş ettiğim kaçamak çorbası beni bekliyordu. Öğle yemeğinin ardından eve döndüğümde yorgunluğum geçsin diye şöyle bir uzandım. Yaklaşık üç saat uyumuşum. Kalkar kalkmaz akşam için hazırlanmaya başladım . Çılgın Ruziye gelip beni aldı ve Zorlu Center'a doğru yola çıktık. Evet biliyorum, 15 Şubat'a kadat AVM'lere gitmeyecektim. Cats müzikalini izlemek için bu kuralımı birazcık çiğnemiş oldum.


Zorlu  Center'a ilk gidişimizdi. Otoparkta yer ararken Çılgın Ruziye nedense bir üst kata çıkmak istedi. Meğer o kat şimdilik kullanım dışıymış. Birden kendimizi dışarıda, geri dönüşü yok gibi görülen bir yerde bulduk. Koca tesis bizi resmen dışarı tükürmüştü. Epey bir yol kat ettikten sonra otoparka tekrar geldik. Daha beş- altı dakika önce aynı aracı kontrol etmiş olmanın verdiği şaşkınlıkla bakan görevlilere sevimli birer gülüş attıktan sonra nihayet bir yer bulup park ettik.


Henüz gösterinin başlamasına vakit vardı. Güzel bir yerde oturup karnımızı doyuralım dedik. Epeydir gitmek istediğim Jamie's Italian'a bulup içeri daldık. Mekana girmemizle çıkmamız bir oldu. İçerisi çok kalabalıktı. Sıra bekleyen en az on-on iki kişi vardı. Gitmeden önce rezarvasyon yaptırmakta fayda var. Tom's Kitchen , Eataly ve Beymen de aynı şekilde kalabalıktı. İyice canımız sıkıldı. Food Court'a inmeye karar verdik. Aşırı gürültülü ve havalandırması bozuk bir ortamda salata yemek hiç gıdıklayıcı değildi. 


Yemek sonrası gösteri mekanına gidip yerimize geçtik. Salonu çok beğendiğimi söyleyemeyeceğim. Koltuklar çok dip dibe ve oldukça dar. Asıl sinir bozucu olan, belirtilen zamanı on dakika geçmiş olmasına rağmen hala gösterinin başlamamış olmasıydı. Sanırım salonun dolması beklendi. İnsanların protesto alkışları olmasaydı daha ne kadar bekleyeceklerdi, merak ediyorum doğrusu.


Gösteri bitene kadar zaman nasıl geçti hiç anlamadım. İzlediğim en keyifli müzikaldi. Sahnede sanki gerçekten kediler dolaşıyor gibiydi. Sanatçıların sesi harikaydı, mest oldum. Bu arada, hani şu ünlü "Memory" isimli parça var ya.. Meğer Cats müzikalindenmiş, hiç bilmiyordum. 


Sanıyorum yarın İstanbul'da son kez sahnelenecek. Biraz zor ama bilet bulabilirseniz gitmenizi öneririm. En azında boş bir vaktinizde internetten izleyin. Müzikal seviyorsanız büyük keyif alacağınızdan eminim.

Tatil günlerinde kaliteli zaman geçirmek beni çok mutlu ediyor. Sabah spora gitmeye üşenip öğlene kadar uyuyabilirdim. Akşam sosyal bir etkinliğe katılmak yerine evde oturup televizyon seyredebilirdim. Oysa dinlenmek, hiç bir şey yapmadan oturmakla değil, fayda sağlayacak aktiviteler yaparak mümkün oluyor. Deneyin ve siz de güzel bir gün geçirin ;)



4 Şubat 2014 Salı

Happiness is the truth

Keyifsiz bir ruh hali  ve moral bozukluğu içinde koca bir gün geçirdim. Eve dönerken radyoda  Pharrell Williams'ın Happy isimli şarkısı çalmaya başladı. Otuz saniye içinde her şeyi unutup bağıra çağıra şarkıya eşlik etmeye ve olduğum yerde kıpır kıpır oynamaya başladım. Hatırlarsanız, Şu yazımda çılgın gibi dans etmenin iyi geldiğinden bahsetmiştim. Araba kullanırken biraz zor oluyormuş.
Aranızda kendini iyi hissetmeyenleriniz vardır belki. Hadi siz de dinleyin ve mutlu olun :)




Happy

It might seem crazy what I'm about to say
Sunshine she's here, you can take away
I'm a hot air balloon, I could go to space
With the air, like I don't care baby by the way

Because I'm happy
Clap along if you feel like a room without a roof
Because I'm happy
Clap along if you feel like happiness is the truth
Because I'm happy
Clap along if you know what happiness is to you
Because I'm happy
Clap along if you feel like that's what you wanna do

Here come bad news talking this and that
Yeah, give me all you got, don't hold back
Yeah, well I should probably warn you I'll be just fine
Yeah, no offense to you don't waste your time
Here's why

Because I'm happy
Clap along if you feel like a room without a roof
Because I'm happy
Clap along if you feel like happiness is the truth
Because I'm happy
Clap along if you know what happiness is to you
Because I'm happy
Clap along if you feel like that's what you wanna do

Happy, bring me down
Can't nothing, bring me down
Love is too happy to bring me down
Can't nothing, bring me down
I said bring me down
Can't nothing, bring me down
Love is too happy to bring me down
Can't nothing, bring me down
I said

Because I'm happy
Clap along if you feel like a room without a roof
Because I'm happy
Clap along if you feel like happiness is the truth
Because I'm happy
Clap along if you know what happiness is to you
Because I'm happy
Clap along if you feel like that's what you wanna do

Because I'm happy
Clap along if you feel like a room without a roof
Because I'm happy
Clap along if you feel like happiness is the truth
Because I'm happy
Clap along if you know what happiness is to you
Because I'm happy
Clap along if you feel like that's what you wanna do

Happy, bring me down
Can't nothing, bring me down
Love is too happy to bring me down
Can't nothing, bring me down
I said 

Because I'm happy
Clap along if you feel like a room without a roof
Because I'm happy
Clap along if you feel like happiness is the truth
Because I'm happy
Clap along if you know what happiness is to you
Because I'm happy
Clap along if you feel like that's what you wanna do

Because I'm happy
Clap along if you feel like a room without a roof
Because I'm happy
Clap along if you feel like happiness is the truth
Because I'm happy
Clap along if you know what happiness is to you
Because I'm happy
Clap along if you feel like that's what you wanna do


Hani bazen denir ya "Fiyatı dudak uçuklattı" diye. Meğer gerçekten fiyatı görünce uçuk çıkabiliyormuş. Dudağımın sol üst tarafı şişmiş durumda ve hala kaşındıran ince bir sızı var. Bugün avukatımla görüşmeye gitmiştim. Toplantımız sırasında, yeni davalar ile ilgili çıkan masraflar kalem kalem sayılırken, ben sadece şunu duyuyordum;  "Yaz Kızım! Karar : Şirinlik Muskasının ayak üstü ütülmesine... ". Yapacak bir şey yok, başa gelen çekilir. Bir karar verdim ve zorlukları ne olursa olsun sonuna kadar gideceğim. Yani.. Sanırım...


Bu arada Çılgın Ruziye her zaman ki gibi beni vazgeçirmeye çalışıyor. Ona göre bu kadar para harcamaya değmez. Yola çıktığınızda sizi destekleyen birilerinin olmaması çok zor. Yetmiyormuş gibi içimde "Yanlış yapıyosun ve sonunda hepimiz ölüceeeez" diye fısıldayan bir piç eleştirmen var. Sürekli fikirlerimi savunmak zorunda olmak beni cidden çok yoruyor.


Göreceğiniz üzere haftam hiç iyi başlamadı. Böyle de devam edeceğe benziyor. Bu hafta içinde karar verip uygulamam gereken bir konu var. Koçluk almaya devam edecek miyim yoksa buraya kadar mı diyeceğim? Son seansımızı yapmaya giderken, bundan sonraki seanslara daha uzun aralıklarla devam ederim diye bir düşüncem vardı. Çünkü değişim yolunda yalnız olmak beni korkutuyor. Amaaa... Koçumcuğum devam etmeye ihtiyacım olduğunu düşünmediğini söyledi.O konuştukça, sırf seanslara devam edebilmek için sıradan gündemler yaratan biriymişim gibi göründüğüm  izlenimine kapıldım. Bu son derece utandırıcıydı. Kendimi Bob gibi hissetmeye başlamıştım.  "What about Bob?  diye bir film vardı, hatırlar mısınız? Bob, fobileri olan,bir çok doktoru canından bezdirmiş ve son psikoloğunu da en sonunda delirten takıntılı bir danışandı.


Belki karşı taraftan nasıl göründüğüm konusunda "çok da fi fi" demeli ve kendimi hazır hissedene kadar koçluk almaya devam etmeliyim. Belki de bakış açımı tamamen değiştirip bunu bir mezuniyet gibi düşünmeli ve mutlu olmalıyım. Off... Sıkıntı veren şeyler neden hep üst üste gelir? Neyse.. Bakalım önümüzdeki günler neler getirecek.



1 Şubat 2014 Cumartesi

Sevgililer Günü Sendromu

Ve işte yılın en sevmediğim dönemine girmiş bulunuyoruz. Yaklaşık iki hafta kala her yer sevgililer gününe özel kampanyalar düzenler, reklamlar yapar, vitrinleri vıcık vıcık kalpli ivir zivirlarla donatır... Kısacası sevgilisi olmayanların yalnızlığını inadına yüzüne vurur. Bu dönem boyunca sokağa çıkmak benim için tam bir eziyete dönmeye başlar. O yüzden geçtiğimiz hafta tüm iştahımı bastırmaya yetecek çılgınlıkta alış veriş yaptım. 15 Şubat'a kadar mümkün olduğunca AVM'lerden uzak duracağım. Sinemaya gitmek, televizyonda romantik film izlemek yok. Gazete okunmayacak, internette tehlike arz eden sitelere girilmeyecek. Bu önlemler size saçma mı geliyor? Daha iyi bir fikri olan varsa söylesin.. Herkesin Pazartesi sendromu varsa benim de Sevgililer günü sendromum var !


İtiraf etmek zor ama sanırım ben biraz kıskanç bir hatunum. Buna benzer özel günleri keyifle kutlayan, birbirine anlamlı hediyeler veren çiftleri gördükçe orta yerimden çatlıyorum. Benim şansıma, hayatımın büyük bir bölümünde sevgililer gününü yalnız geçirdim. Ya o dönem sevgilim yoktu, ya askerdeydi, ya memleketinde.. illa ki bir terslik vardı işte. Sadece iki kere kocam olacak vatandaşla sevgililer gününü kutladım. Her ikisinde de beklediğim romantik hediyeyi alamadım. Birisinde aptal suratlı bir oyuncak ayı verdi. Diğerinde de küçük oyuncak bir fil... Sanırım bana bir şeyler ima etmek istiyordu ama ben anlamıyordum  (!)


Her neyse.. Umarım Silhouette'mi bulduğumda hayalimdeki gibi bir hediyeyi de alırım. Tutkuyla okunan bir şiir mesela.. Belki uzaklarda özel bir yere gitmek için alınmış biletler.. Ne bileyim, oyuncak fil yerine gerçeğini görmek için sürpriz bir afrika seyahati olabilir :) . Aslında baş ucuna bırakılmış içten bir not da iş görür. Ama muhtemelen en güzeli, beklenmedik bir anda gelen sevgi dolu kocaman bir kucaklama olurdu. Aah ah ! Böyle adam bulsam "sev beni !" diye ayaklarına kapanırım. O gün gelene kadar 14 Şubat'tan nefret etmeye devam edeceğim.