11 Ekim 2013 Cuma

Adalar Turu (Büyükada - Heybeliada - Burgazada - Kınalıada)

Kitapta 16 sayfa yer ayrılan adalar turunu iki güne bölerek bitirdim. Tabi ben de bittim. Eğer vaktiniz kısıtlı değilse hepsini bu kadar kısa zamana sıkıştırmayın. Her birini farklı günlerde gezin. Hatta farklı haftalarda gezin ki boku çıkmasın. Ne demek istediğimi yazının ilerleyen bölümlerinde daha iyi anlayacaksınız.


Bir gün öncesinde Sevgili Arsız Böcükle buluşmuştuk. Onun akıl vermesi sayesinde Mavi Marmara'nın seferlerini inceledim ve gezimi ona göre planlamanın daha mantıklı olacağına karar verdim. İlk gün Büyükada'dan başlayacaktım. Oradan Heybeliada'ya geçecektim. Ertesi gün de Burgazada ve Kınalıada'yi gezecektim.
Sabah erkenden söylene söylene kalktım. Tatildeydim ama 08:00 vapuruna yetişmek için kargalardan önce uyanmam gerekmişti. Hazırlanıp çıktım ama trafiğe takıldığım için vapuru kaçırdım. Geç de olsa Büyükada'ya geldiğimde ilk işim saat kulesinin olduğu yere gitmek oldu. Aşağıdaki fotoğrafta pek belli olmuyor ama bahsettiğim yer orası. Merkez yani. Sonra kahvaltı yapabileceğim bir yer aramaya başladım.


Gözüme bir yer kestiremeyince hemen aklıma Foursquare geldi. Doğa saklı bahçe diye bir yer önerilmiş. IPhone'nun yönlendirmeleri ile orayı buldum ve şu güzel yeşilliklerin altında kahvaltımı yaptım.


Başta tekrar merkeze dönüp fayton kiralayıp Aya Yorgi'ye çıkmayı düşünüyordum. Ama sonradan acaba yürüyebilir miyim diye düşünmeye başladım. Zira Büyükadanın atları ben görmeyeli epey terbiyesiz ve vurdum duymaz olmuş. Kahvaltı yerini ararken bir tanesi tam yanımda Fosss diye gaz çıkardı...Allahın cezasıııı....Bir de hiç sıkılmadan kuruğunu sağa sola salladı. Hayvan bir döner ay pardon falan der. Neyse, oradaki amcaya sordum, o da gazı verdi. Öyle değil yani, yürümem için teşvik etti manasında...Nasıl gideceğimi tarif etti sağolsun, çok kibar bir amcaydı.Sonra yola koyuldum..

Önce yürümek iyiydi de... Zaman geçince ve yokuşlar dikleşince keyfi biraz kaçmaya başladı.  Kaldı ki koku anlamında faytona binmemenin hiç bir faydası olmadı. Yanımdan o kadar çok fayton geçti ki... Özellikle yukarı doğru çıkanlardan çoook ağır kokular geliyordu, zorlandıkça bırakıveriyorlar anlaşılan. Öldüm bittim...sapsarı oldum.


Evlerin çoğunda dikkat köpek var yazısı vardı. Bazılarındaki köpeklerle ne yazık ki tanıştım. Bu kadar agrasif olmalarına ne gerek var anlamadım. Herkese karşı mı böyleler yoksa adaya dışarıdan gelenlere mi çok hırlıyorlar bilemedim. Çok kaba çoook...Hayır tamam evlerdeki bekçi köpeklerini anladım da...  Not aldığım yerler arasında olan Büyükada Müzesi birden karşıma çıktı. Bahçeden içeri gireceğim anda o köpek koşa koşa çıkıp geldi. Sevimli zararsız bir şeye benziyor ama girişi kapattı...
- Çekil .. Kışt
- Hav
- Yahu müzeyi gezicem çekil
- Hav
- Hey Allahım müze girişine hangi geri zekalı bu yaratığı koyar ki , sahibin nerde it herif
- Hıırrrrrrr... Hav hav hav hav  Hav
- Hass*kt***rrr...


Bir süre arkamı kollayarak hizli adımlarla oradan uzaklaştım. Biraz ilerledikten sonra tesadüfen Reşat Nuri Güntekin'in evini buldum. Nasıl güzel bir manzarası vardı anlatamam. O yüzden fotoğrafa bakın, görebildiğiniz kadarından tahmin yürütün :)


Artık iyiden iyiye yorulmaya başlamıştım. Evler bitmiş ve çevrede ağaçlıklardan başka bir şey görünmez olmuştu. Yanımdan sürekli faytonlar geçiyor ve leş gibi kokularını salıp gidiyorlardı. Artık küfürleri sıralamanın zamanı gelmişti. Zaten ne işim vardı ki benim burada. Ayı Yogi'yi görmek çok mu önemliydi? Aaaa ne güzel isim buldum ha ha.. Aman kimse duymasın, ayıp. Şimdi blogda ne yazıcam ki ben? "aman da ne güzeldi.." Peehhh .. Yok yok şöyle yazayım. "Adada yolunuzu bulmak çok kolay. At pisliklerini takip ediniz. Eğer yol çatallaşıyorsa ve her ikisinde de at pisliği varsa, bu sefer taze at pisliğini takip ediniz. At pisliğinin taze olduğunu bir şehirli olarak nasıl anlarım diye endişelenmeyim, çünkü burnunuz sizi asla yanıltmaz".. Aaaaaaa.. Şimdi çığlığı basıcam. A-Ha, orada bir şey var. Aaa.. Kitaptaki yetimhane!!!
Ah nihayet anlamlı bir şey görmüş ve çok sevinmiştim.Yetim kalmış yetimhane.

Birden zurnanın zırt dediği yere geldim. Yol ikiye ayrılıyordu. Her iki taraftanda fayton geliyordu. Yani her iki tarafta da taze at pisliği vardı. Yanımdan geçen ilk faytoncuya sordum.
- Amca Ayı Yogi'ye nasıl giderim ?
- Aya Yorgi gızım o, şu daraftan gideceeesin. cık cık cık...
Tüüüü ... rezil oldum iyi mi? Deminden beri kendi kendime söylenirken dilime yapışmış işte, lanet olsun.


10-15 dakika daha tırmandıktan sonra nihayet lunapark dedikleri yere vardım. Orada bir çay bahçesi var. Aya Yorgi'nin yürüme yolu buradan başlıyor. Yeni bir yokuş tırmanmadan önce bir çay içip dinlendim. Sonra geldiğim yoldan daha dik olan yokuşu tırmanmaya başladım. Allahtan bu yolda fayton olmadığı için sorun çıkmadı. Epey zorlansam da tepeye varmayı başardım. Buradan tüm bayanlara duyuruyorum. Spor salonlarına ya da özel masajlara , şuna buna boşuna para harcamayın. Dötünüz yiyorsa bir ay boyunca her gün bu yokuşu çıkıp inin. Bir ayın sonunda yuvarlak, taş gibi, sağlam bir kıç sizleri bekliyor olacak, garantili...


Yukarı vardığımda ilk işim kiliseye uğramak oldu. Üç ayrı dileğim için üç mum yaktım. Bu tür dileklerin gerçekleşeceğine dair içimde en ufak bir inanç yoktur ama bir yanım ya olursa diyor işte ..


Kilisenin yanındaki lokantada dinlenip bir şeyler atıştırdım. Manzara muhteşemdi. Hazır böyle bir ortamda kendimle baş başa kalmışken koçumcuğumun verdiği ödevler üzerinde biraz düşünüp notlar alayım dedim.
Bu arada yukarıda göreceğiniz yürüyüş batonlarına dikkatinizi çekmek isterim. Normalde en ufak bir eğimi bile çıkmakta zorlanırım. Ama bu butonlar sayesinde o kadar yokuşu kazasız belasız çıkmayı başardım. Tamam yine zorlandım ama bunlar olmadan önceki hali ile kıyasladığımda keçi gibi tırmandığımı söyleyebilirim.  Hiç bir sağlık sorununuz olmasa bile yürüyüşlerinizde bu tür butonları kullanmanız öneriliyor. Kuzey yürüyüşü deniyormuş. Vücudun üst kısmı da aktif olarak çalıştığı için daha sağlıklı oluyormuş.


Dönüş çok rahattı. Taa ki faytonların olduğu bölgeye gelene kadar . Hadi ona da alıştık artık diyerek fotoğraf çeke çeke sahile doğru inmeye başladım.
- Afedersiniiiiiiz..
Allaaahhh ...yine mi yahuu?  Hep beni bulmak zorunda mi bunlar ?
- Kusura bakmayın, bizim bir resmimizi çeker misiniz?
Baktım genç bir adam yolun karşı tarafından bana doğru geliyor. Yanında sıkmabaş bir kadın, kucağında 6-7 aylık sevimli bir bebek. Peki dememe fırsat bile vermeden telefonunu elime tutuşturup eşinin yanına geri döndü.
- Ama arkadan ışık geliyor buradan karanlık çıkarsınız
- Tamam şöyle dönelim
O döndükleri pozisyonla ben yolun ortasında kalmış oldum. Baktım ilerden fayton geliyor.
- Neyse şu fayton geçsinde öyle çekeyim.
Kadın;
- Sen çek çeeeek..gelmez ooo
- ?!!!

Sahile vardığımda Heybeliada vapurunun kalkmasına 25 dakika kalmıştı. Starbucks'ta bir çay içip oyalandım.Çok yorulmuştum. Acaba eve mi dönsem diye düşünmeye başlamıştım. Vapurdayken son anda vazgeçip Heybeliada'da indim.


İlk işim İsmet İnönü Müzesini aramak olacaktı. Iphoneu ayarlamış giderken sahilin az ilerisinde kitapta bahsedilen Ayios Nikolaos Kilisesini gördüm.Kapısını biraz zorladım ama kilitliydi, giremedim. Yoluma devam ettim. Yine yokuş... Adalılar çok sağlıklı insanlar olmalı. 1 km'den daha az bir mesafe ilerledikten sonra müzeyi buldum.


Internetten edindiğim bilgiye göre adres değişmiş. Nuramara 59 yerine 67 olmuş. Girişinde buranın müze olduğunu belli eden şu küçücük tabeladan başka bir şey yoktu. Ayrıca yine sitelerinde yazdıkları ziyaret saati 18:00 değil 17:00'ye kadarmış. Sadece 10 dakikam vardı. Orada görevli bir bayan gıcıklık yapmadı ve beni içeri aldı. 10 dakikaya sıkıştırılmış bir tur attım. Tatmin olmadım tabii... keyfim kaçtı biraz.Gezine gezine başka bir yoldan sahile inmeye başladım. Burası da Büyükadaya çok benziyordu. Daha sakin ve daha az at kokusu vardı. Görülecek yerler arasında Ruhban okulu kalmıştı. Çok yorgun olduğum ve zamanım daraldığı  için sahilden bir faytona binip öyle yukarı çıkmaya karar vermiştim. Bir faytoncu bulup fiyatını sordum. "27 liraya yukarı bırakırım, oradan kendin dönersin" dedi.Ormanın içinde bir yermiş. Zaten akşam olmuş.. öyle orman falan lafını duyunca tırstım. İçeriye de girilmiyormuş zaten, öyle dedi. Kapıdan bir cik de sonra aşağı in...Aaamaaannn dedim vazgeçtim. O da eksik kalsın.En son Deniz Lisesini de gördüm ve gelen ilk vapurla geri döndüm.


Ertesi gün kılımı kıpırdatacak halim yoktu. bacaklarımı hareket ettirebilmek için masaj yapıp durdum.Yapacak en iyi şey o gün evde kalıp dinlenmek olacaktı. Ama hayır... Baş çavuş Arsız Böcük beni takibe almıştı. Sabahtan beri hala foursquare'de check-inimi görmeyince beni dürtmeye başladı. Evden çıkana kadar bana bir güzel gaz verdi. Seviyorum bu kızı yaaa :)


Önce Burgazada'ya gittim. Sait Faik Abasıyanık Müzesini buldum. Uzun süre kapalıymış, bu yaz yeniden açıldı. Bence güzel olmuş, rehbere ihtiyaç duymadan çok rahat gezebiliyor ve yazarın hayatı hakkında epey bilgi edinebiliyorsunuz. Ben gittiğimde 7-8 kişilik bir turist grubu da vardı.


Oradan ayrılınca sokaklar arasında yürümeye başladım. Yukarıdaki rengarenk boyanmış merdivenler dikkatimi çekti. Biraz gerisinde de Gezi parkı olaylarını protesto ettikleri küçük bir park görmüştüm. Hala bez afişler duruyordu. Yolda giderken yanımdan geçen birileri bana Sait Faik Müzesinin yerini sordular. Şak diye tarif ettim. Bu da bendeki acayip bir huydur, yeni öğrendiğimi anında satarım. Geçen sene de iki arkadaşla Ankaraya bir iş için gitmiştim. Hiç bilmem etmem oraları. Tesadüfen şekerbank şubesi dikkatimi çekmişti. Biraz ilerledikten sonra kadının biri bana şekerbankın yerini sordu, tarif ettim. Arkadaşlarım "Yuh" demişti :).


Gideceğim yerler arasında Kalpazankaya vardı. Hala her yerim ağrıdığı için bu sefer faytona binmeye karar verdim ve sahile doğru ilerledim. Giderken Ayios İoanis Rum Ortodoks kilisesini gördüm. Kitapta geçmiyordu ama boş verin, bu da benden olsun.


Faytonların olduğu yeri bulup sıradakine bindim. Yaklaşık 15 dakika süren yolculuk kabus gibi geçti. Epey bir süre yokuş çıktık. Bunun ne demek olduğu malum. Şu görmüş olduğunuz soldaki at var ya... İşte en çok o salıverdi . Allahtan önceden işaret veriyordu da biraz kenara kaçılıyordum. O kuyruk önce şööööle bir dikleşiyo dikleşiyoooo ... sonra fooooossssss... Hay dötün kurusun at bozuntusu seniii....Tabii asıl kabus sonra başladı. Evler bittti ormanlık alana geldik. Garip garip yerlerden geçmeye başladık. Buralardan geçerken de adam ha bire yavaşladı, neredeyse duracak. Önce belki yokuş iniyoruzdur ya da viraj vardır dedim ama .. baktım öyle olmayan yollarda da aynı şekilde kullanıyor. İçimi korku kapladı. "Allaaah" dedim, "bu adam şimdi kuytu yere çekip tecavüz edecek." .. Sonra düşündüm, "Ulan salak, tecavüz kaçınılmazsa zevk almaya bakacaksın, ayağına kadar gelmiş.".. "Ama bu çok yaşlı ve çook çirkiiinnn... keşke ikinci sıradaki genç olanın faytonuna binseydim".."Yok yok o da böyle bişeye yeltenmezdi zaten".. "?!!! Ne diyorum ben yaaaaa ?!!!!!" . Tam o sırada adam durdu ve geldik dedi. Hemen attım kendimi aşağı, parasını verdim girdim restaurantin içine.


Bu güzel manzara eşliğinde bir şeyler yedim. Manzara iyi hoş ama bence böyle bir yere yalnız gelinmemeli. Sizi bilmem, ben kendimi eksik hissettim.
Arkamda oturan iki teyze vardı. Ben yemeğimi bitirmek üzereyken onlar da faytoncu çağırdılar. Cesaretimi toplayıp, tek başıma olduğumu ve yanlız dönmeye çekindiğimi söyledim. Onlar için de sakıncası yoksa ücretini paylaşıp birlikte inmeyi teklif ettim. Insanlardan böyle şeyler istemem normalde. Aaa, kabul ettiler, çok sevindim :) . Sohbet ede ede aşağı indik.

Artık çok geç olmuştu. 17:15 vapuru ile Kınalıada'ya geçtim. Kitaptada zaten fazla görülecek bir yerden bahsetmemişti. 25-30 dakikada tüm adanın yürüyerek gezilebileceğini söylüyordu.
İner inmez adı geçen Sirakyan Evlerini buldum.


Diğer adalardaki evlerden sonra bana hiç de ilgi çekici gelmedi. Muhtemelen yorgunluğun ve bıkkınlığın da etkisi vardı. Hemen yanında Bahar pastanesini gördüm. Ay ne güzel, burada her şey birbirine çok yakın galiba şeklinde salakça bir hisse kapıldım. Kitapta bu pastanenin meşeroz diye özel bir tatlısı olduğundan bahsedilmiş. İçeri girip sordum. Adam gayet ilgisiz bir şekilde sezonun kapandığını ve olmadığını söyledi. Ben de çay bile içmeden çıktım.


Kitap, görülmesi gereken yerler arasında edebiyatçı Fazıl Ahmet Aykaç'ın evi olan Taş Köşkünden bahsetmiş. FourSquare'de arattım ama bulamadım. Etraftaki bir kaç esnafa sordum ama kimse bilmiyordu. Adres olarak sordum, onu da bilen çıkmadı. Nasıl yaa, kıç kadar yer ve siz buranın yerlisisiniz. Sinirlendim galiba. Bu kadar ilgisiz olmaları hoşuma gitmedi. Önce kendi kendime sokaklarda dolaşıp bulmaya çalıştım, sonra pes ettim. Bari Hristos Metamorphosis Manastırını göreyim dedim. Zaten başka da görecek yer kalmamıştı. Yokuşları çık çık bitmek bilmiyor. Yine küfürleri sıralamaya başladım. En son çıktığım yokuş, hiç abartmıyorum, 70 derece falan vardı herhalde. Yokuşun tepesine kadar çıktım. Baktım sonrası iyice ormanın içine dalıyor ve hiç ev yok. Hava da kararmaya başlamıştı. "Hay senin manastırına" dedim ve aynen geri döndüm.

Sahile indiğimde tamamen tükenmiş bir haldeydim. Vapurun kalkmasına 20 dakika vardı. Bir banka oturup gözlerimi kapadım. Biraz sonra tuhaf bir sesle irkildim.
- Abla Ardahan kaşarı var abla veriiiim mi?
Amcanın elinde kapalı simit arabası gibi bişey vardı. İçine bir sürü paketlenmiş kaşar peynir doldurmuş, gülümseyerek bakıyordu. Konuşması da biraz farklıydı, anladığım kadarıyla biraz zeka geriliği vardı.
- Hayır teşekkür ederim
- Ama bunlar Ardahandan geldi çok güzel
- Pek Ardahandan gelmiş gibi görünmüyorlar ama
- Nerden anladın abla
- Ordan gelseler yorgun olurlardı bak bunlar diri diri.
- He he , veriim bi parça tadına bak..
- Aman yok yok sağol.
Allahtan çok uzatmadı, yandaki kahveye girdi.

Bu gezinin aklımda kalan en güzel yanı dönüşteki şu manzaraydı. Tekrar söylüyorum, adalara üst üste gitmeyin, çok yorucu ve sıkıcı olabiliyor. Ayrıca mümkünse yalnız da gitmeyin, yanınızdaki flörtünüz olursa en güzeli..






2 yorum:

  1. Ben sana 1gunde bir kucuk bir buyuk ada gez demistim 2 buyuk ada kasar tabe :P
    Operim...

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Ama vapur saatleri uygun degildi kii.. sacma bir sekilde ayni gun icinde bir buyuk bir kucuk yapamiyorsun,birbirleri arasinda gidis gelis neredeyse yok gibi. Sabah cok erken ve aksam cok gec saatte vardi. Yani ondan oyle seyettim :)))

      Sil