24 Kasım 2013 Pazar

Testosterondan nerelere...

Önce güzel haberi vermek istiyorum. Bugün diyetisyene gidip tartıldım veeeee... 87.2 kg :)))  O tartı 87 gösterecek dedim mi demedim mi? 200 gr fazlası var ama olsun. Hedef rakam göründü ya, bana yeter. Sonucu gördüğümüzde sevinç çığlıklarımız odadan dışarı taştı. Oranın koordinatörü olan Funda hanım var, kalktı geldi meraktan :) . Bu hafta yine sıkı bir diyet aldım ama sanirim geçen haftakine göre daha eğlenceli olacak. Üstelik bu gazla harfi harfine uygulayacağımı düşünüyorum. Bir bakarsınız gelecek Cumartesi 85 kg olurum.


Kadın milleti hakikatten manyak. Bir kaç kilo verdik diye sevinç naraları atıyoruz. Sadece o mu? Daha ne deliliklerimiz, kaprislerimiz, şımarıklıklarımız var. Bu akşam sinemaya gittim, "Testosteron" filmine. Bir kaç yıl önce tiyatroda izlemiştim ve çok beğenmiştim. Sinemada izlemek ayrı bir keyif verdi. Erkeklere bir kere daha acıdım. Aslında ne kadar saflar. Yoksa aptal mı desem? Çoğu zaman can yakan bir kadının peşinde oyuncak oluyorlar. Çok hain ve pislik erkekler de var ama onları öyle yetiştiren yine anneleri, yani yine bir kadın.

Bir zamanlar ben de o şımarık kadınlardan biriydim. Daha zayıf, genç ve biraz güzelken. Geçen sefer bahsetmiştim ya, benim ahretliğin doğum günüydü diye. O gün eşi çok güzel kırmızı gonca güller göndermişti.
Çok kıskandım ve özendim. Bunu arkadaşıma da söyledim. Döndü bana dedi ki,
- Ooo, kızım sana zamanında az mı geldi. Hatta taaa Kazaklara bile. Bir de şu Tuncayların arkadaşı vardı, kimdi O?... Hatırla bak


Doğruydu.. Hala boşanamadığım kocam, beni ayartmaya çalıştığı dönemlerde, Kazakistandaki otel odama kocaman kırmızı güller göndermişti. İlk tepkim "Salak!" demek  olmuştu." Üç beş güle kanacak kadar aptal mı sanıyor beni? Yanlış yoldasın oğlum. Hem ben karanfil seferim". Dönüşte hava alanında karşılamıştı. Oturmuş konuşurken beni sevdiğini söylemişti. O zaman yine içimden "Yuh Salak!" diye geçirmiştim. Daha ne kadar tanıyordu ki beni? Seviyorum kelimesini o kadar kolay sarf eden birinden iş çıkmaz diye düşünmüştüm. Ama yoğun iş zamanında arada eğlence oluyordu bana. O yüzden oyalayıp idare ediyordum. Nasıl oldu da sonradan kanıverdim, hiç hatırlamıyorum. Yukarıdaki çarptı herhalde.

Tabii yukarıdakinin çarpmasından önce Remzi'nin ahı da tutmuş olabilir. Remzi gerçek adı değil bu arada. Çok farklı bir ismi olduğu için ne olur ne olmaz diye burada yazmak istemiyorum, yazık. Hiç bir erkek canlısına ona yaptığım kadar eziyet etmedim galiba.

Eski iş yerinde, sabahlara kadar mesai yaptığımız yoğun bir dönemdi. O sıralar kafayı bozduğum adam Ingiltere'deydi. Feci asıldığım ve Cillop adını verdiğim diğer adamın sevgilisi vardı. Bana hiç yüz vermiyordu. Arkadaşlar arasında geyik muhabbeti yaparken, "Yok mu bana ayarlayacak bir arkadaşınız yaa!" diye şaka yollu takılmıştım. Bizim Tuncay sanki bu lafımı bekliyormuş gibi,
-Yaa, aslında bizim bir arkadaş var ama bilmem ki nasıl olur? dedi
- Ne demek nasıl olur? Bal gibi olur.. Nedir? Necidir? ... Başladım ahiret soruları sormaya. Baktım kafalı birine benziyor.
- Şimdi hemen git arkadaşına mail at, benden bahset, dedim. Eğer bana güzel bir buket çiçek gönderecek cesareti varsa vallahi onunla çıkarım.
Benim biraz kaçık olduğumu bildikleri için pek şaşırmadılar. Epey süre sonra bu arkadaş bir şekilde çok şık ve kocaman bir kırmızı gül kavanozu gönderdi. Eh, arkadaşta cesaret var madem, bir tanışalım di mi? Uzatmayalım, tanıştık falan... İdare eder kıvamda olduğu için bir iki kere görüşüp daha iyi tanımaya karar verdim. Hayatımın en kötü kararlarından biridir bu.


Yakın bir arkadaşım ve nişanlısını da alıp bir hafta sonu birlikte Sultanahmet civarına gezmeye gitmiştik. Amacım kankamla tanıştırmaktı. Neresiydi tam bilmiyorum, dolaşırken civardaki güzel manzaralı bir ilköğretim okulunun bahçesine girip banklara oturduk. Yan yana oturuyoruz ama adam bi ıkınıyo bi sıkılıyo. Bir süre sonra zoraki kolunu arkama doğru attı ama bankı tuttu. Bir süre bekledim kolunu omuzuma atar diye, tık yok. Aaaa... sıkıldım ama. Dayanamadım,
- Remzi ! Tahtayı tutmak daha mı hoşuna gidiyor? diye çıkıştım.
Zavallım neye uğradığını şaşırdı. Bir iki gak guk ettikten sonra kolunu omuzuma attı. Ah ulan atmaz olaydı, daha da çekmiyo... Bazen dar kaldırımda yürüyoruz falan. Ee bana geldiler yine.
-İstersen elimi tut , daha rahat yürürüz.
Bir ara bunu nişanlıya satıp kankamla yalnız kaldım. İki ara bir derede çekiştiriverdim. Kız zaten yol boyu gülmekten gebermişti.
- Yahu nereden buldun bu garibi. Harcarsın sen bunu, sal gitsin.
- Ben ne biliiim yaaa... bizimkilerin arkadaşı işte. Ya çok kibar bir beyefendi ya da daha önce hiç kız arkadaşı olmamış. Bu sefer hemen harcamayacağım, bir şans vereceğim
- Hadi ordan, bilirim ben seni...
Aradan zaman geçti. Biz bir çok kez görüştük. Ama hala bir aksiyon göremedik. Öyle ya, öpmediğim adama sevgilim demem ben. Sinir sinir dolanıyorum ortalarda. Bir akşam, nedenini hatırlamıyorum, arabada oturmuş sohbet ediyorduk. Bir yandan da bir yere gitmek için zaman geçsin diye bekliyorduk. Eh, ortam uygun. Bir girişimde bulunur artık herhalde diye umutlanmaya başlamıştım. Nerdeee ? Adam sadece güzel güzel konuşuyo. Hadi biraz cesaretlendireyim bari dedim, muhabbetin yönünü değiştirmeye çalıştım. Bana mısın demiyo... Yine dayanamadım
- Ayyhhh.. Bence bunları geç de bir öp artık Remzi!!!
Zavallım yine neye uğradığını anlamadan telaşla öptü. Acaba hangisi daha kötüydü bilemiyorum. En berbat öpüşme deneyimi yaşamış olmam mı yoksa, beni öptükten sonra "Teşekkür ederim" demesi mi? Vallahi abartmıyorum. Yemin ederim herif teşekkür etti yaaa... Donup kalmıştım.


Takdir edersiniz ki bu hikaye çok uzun sürmedi. Yaklaşık bir buçuk ay bu çocuğu idare ettim ama o süre boyunca da yapmadığım eziyet kalmadı. En son, "Öff Remzi !!! Burnumla ne işin var yaaa...?!! " diye çok fena azarladığımı hatırlıyorum. Nasıl bir şey olduğunu tarif bile edemeyeceğim. Sonra bir daha telefonlarını açmamıştım.
Şaşkın, arkamdan çok üzülmüş. Ortak arkadaşlarıma dert yanıp durmuş bir süre. Yazık, günah.. O kadar kötü muameleye rağmen, hala giden insanı düşünmenin anlamı var mı?  Meğer hep testosteronun suçuymuş.

Bunlar eskide kaldı. Çiçeklere özenmek sadece bir  anlık ... Ben artık eski ben değilim. Ne kilo, ne çekicilik ne de düşünce yapısı anlamında. Zaman içinde yaşadıklarım beni çok pis terbiye etti. Olur da bir gün hayatıma biri  girerse, muhtemelen dünyanın en şanslı adamı olacak.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder